Tasarıma başlamadan önce nelerden ilham alırsınız? Özel olarak okuduğunuz bir şeyler var mı?
Akgün Özüekren: Her şeyden ilham alabiliyoruz, bunun için çok özel bir çabamız olmuyor. Kafa doldurma süreci dediğimiz, tasarımı kağıda dökmeden önce bir süreç oluyor tabii. İnternetten çokça faydalanıyoruz. Kitap, dergi karıştırma alışkanlığı da devam ediyor. Hâlâ o hibrit dönemdeyiz. Ben daha çok basılı örnekler üzerinden gidiyorum. Tematik kitaplarla oluşturduğumuz bir kütüphanemiz var. Esinlenebileceğimiz şeyler olur mu diye kitap aralarına küçük kâğıtlar koyuyoruz.
Ama en büyük fark, grafik ve mimari ekibin her konuda birlikte çalışması. Herkes kendi alanı olsun olmasın, beyin fırtınasına dahil oluyor ve bu da çok verimli oluyor.
Müşteriyle de bir ‘moodboard’ çalışması oluyor değil mi?
SelenSÖ: Tabii. Yeni bir projeye başlarken bütün ekip biraraya gelip uzun uzun tartışıyoruz, herkes bulduğu örnekleri getiriyor. Çok anlamadığımız bir konuysa bile, biz de grafikerler olarak mutlaka yorum yapıyoruz. Sonra bunun üzerinden bir moodboard oluşturmaya çalışıyoruz, tartışa tartışa, eleye eleye. Bununla birlikte mümkün olduğu kadar gezmeye ve yurtdışındaki örneklere bakmaya çalışıyoruz.
“Çok gittiğimiz ama en popüler mekanlarını görmediğimiz şehirler var”
Seyahat etmeyi sever misiniz?
AkgünÖ: Severiz ama mesleki hastalık olarak sürekli detaylara takılıyoruz. Seyahate çıkmadan önce gidilecek yerleri listeliyoruz. Müze listesinin yanında uzun bir bina listesi de oluyor. Ya da görmek istediğimiz bir sergi varsa seyahatimizi ona denk gelecek şekilde planlıyoruz.
SelenSÖ: Çok gittiğimiz ama en popüler turistik mekanlarını görmediğimiz şehirler var. Ama mesela orada şu bina var, şu üniversitenin kampüsü çok güzel diye çok ucube yerlerini görmüşüz.
AkgünÖ: Mesela Zaha Hadid’in tasarladığı MAXXI müzesi acayip uzak bir yerdeymiş. Roma’yı dolaşmak yerine bir sürü aktarma yaparak o müzeye gittik.