Pattu, "işlenmeye hazır, sınırları belli olan alan" anlamına geliyor. Yaptığınız projelerde arşiv taraması ile hafızayı görünür kılmaya, daha önceki izleri bulmaya ve yeni izler oluşturmaya çalışıyorsunuz. Ofisin felsefesi hakkında başka neler söylersiniz?
CK: Tabi bunlar benim kafamın altından çıkıyor. Küçükken arkeolog olmak istiyordum. Sonra 10 yaşında mimar olmaya karar verdim. Ama o merak halen devam ediyor. Çocukluğum boyunca Türkiye'yi dolaştık, gezmediğimiz antik kent kalmamıştır. Bir şekilde tarihin içinde yoğrularak büyüdüm. O sıralar Belçika'nın Antwerp şehrinde yaşıyordum. Orada da zaten tarihle iç içesiniz, buna çok önem veriyorlar. Geçmişe bakmak benim için hem bir tutku hem de bir merak. Aslen Lüleburgazlıyım, daha önce Tekirdağ'da yaşıyordum. İstanbul'a ilk geldiğimde bir yıl boyunca şehri fotoğraflayarak dolaştım. Beşiktaş'tan yürümeye başlayıp zikzaklar çizerek 12 saat sonra Bakırköy'den çıktığım geziler olurdu. Ve bunlar genellikle tarih odaklıydı. Şehri anlama biçimim bu şekilde. O yüzden de geçmişin bizim için bir başlangıç noktası olduğunu düşünüyorum.
IÜ: Bu yaşadığımız kentle de alakalı. İstanbul'da o kadar çok katman var ki, buraya bir anda sıfırdan bir şey yapmaya elimiz gidemiyor. Katı Olan Her Şey'de de geçmişte olan kullanımlardan, kentselliklerden ipuçları çıkarmaya çalıştık. Bölgenin eski fotoğraflarına bakıyorsunuz, belirli bir süre burası o kadar kamusal bir alan ki, deniz kenarında, raylarda çocuklar oynuyor. Bu şekilde geri dönüp bakmak ve araştırmak bize çok ilham veriyor.
CK: Bu arada bugünden bakmak da enteresan oluyor.
IÜ: Evet, yani nostalji gibi bir derdimiz yok.
Cem Bey'in mesleki formasyonundan bahsettik. Siz de peyzaj mimarlığı okuyorsunuz ama şu anda daha çok grafik tasarım ağırlıklı işler yapıyorsunuz. Bu geçiş nasıl oldu?
IÜ: İstanbul Üniversitesi'nde peyzaj mimarlığı okudum ama o sırada daha çok müzikle ilgileniyordum. DS Mimarlık'taki stajım esnasında bir şeyler tasarlamanın zevkini almaya başladım. Çünkü okuldaki eğitim insanın hayal gücünü açıcı şekilde gelişmiyordu. Teknik ve biraz daha 80'lerde kalmış, kendini yenileyememiş bir eğitim sistemi vardı. Ama ben o süreçte de hep kendimi geliştirmeye devam ediyordum. Okula bağlı kalmıyordum, vaktimin çoğunu İTÜ'nün kütüphanesinde geçiriyordum. Bir taraftan ilgim yok gibiydi bir taraftan da kendimi başka konularla besliyordum. Endüstri ürünleri tasarımıyla, mimarlıkla ilgili kitaplar alıyordum. DS'deki stajımdan sonra başka peyzaj ofislerine dışarıdan çalışmaya başladım. Peyzajda üretimler çok hızlı gerçekleştiği için projeler hızlıca tamamlanıyordu, ben de bu projeyi nasıl daha iyi anlatırız kısmında görselleştirmede yardımcı oluyordum. Sonra o dönemde yavaş yavaş grafiğe doğru itilmeye başladım. Cem'le tanıştıktan sonra yarışmalarla evrilirken, kendimi renk, tipografi gibi araçlarla işin nasıl daha iyi ifade edilebildiğini araştırırken buldum. Zaten grafiğe hep ilgim vardı. O nedenle bu alan, seve seve yönlendirildiğim ve sonrasında da yürüdüğüm bir yola dönüştü.