Öyleyse İstanbul'a ilk geldiğinizde beklentiniz neydi?
Her şey o kadar hızlı gelişti ki... Aslına bakarsanız bir Akdeniz ülkesine geldiğim için iklimin sıcak olacağını, LA'ye benzeyeceğini sanıyordum. (gülüyor)
Yani daha önce hiç İstanbul'a veya Türkiye'ye gelmemiştiniz...
Murat ve ben LA'de birbirimizi uzun süredir profesyonel olarak tanıyor olsak da, İstanbul'a beraber yerleşme kararını son dakikada verdik.
Peki İstanbul'a taşınma kararını nasıl verdiniz?
Murat'ın daima şöyle bir planı vardı: Amerika'da lisansüstü eğitimi alıp, bir on yıllık, belki de daha kısa sürecek çalışma tecrübesini de koltuğuna koyup, profesyonel anlayış geliştirdikten sonra Türkiye'ye dönmek... Tanıştığımızda o Türkiye'ye dönme sürecine girmişti bile. Ben ise lisansüstü çalışmalarımı yapıyordum. Öte yandan Los Angeles'ta yaşamaya kendimi adamış sayılmazdım. Aslına bakarsanız üzerine çok da uzun boylu düşünmemiştim. Hayatımı bu müthiş adamla geçirme olanağı bir anlamda karşıma çıkıverdi ve ben de "Evet" dedim. Güzel bir şehir, gerçi soğuk –ve ben soğuğu sevmem, ama bir California'lı olarak bu şartları benim adıma çekici kılan şey doğası oldu. California bölgesinden geldiğinizde doğa ile güçlü bir ilişki kuruyorsunuz, onu algılayışınız daha farklı oluyor. İstanbul'da da iki-üç saatlik bir yolculuk yaparak farklı peyzajlara ulaşmak, hayatımın önemli bir parçası haline geldi.
Profesyonel anlamda beklentileriniz nelerdi?
Benim bu alandaki beklentilerim daima ciddi ve içten olmuştur. Murat da ben de, mimarlığın onu yaratan insanların arzularının bir yansıması olduğuna inanırız. Şayet çevrenizde olağanüstü insanlar varsa, onlar için olağanüstü mekanlar yaratmalısınız. Bu illa ki gösterişli veya mütevazı olmaktan geçmiyor; nereye giderlerse gitsinler onlara güzel, verimli, keyifli mekanlar sağlamaktan bahsediyorum. Sanırım bu aralıkta kafam da biraz karışmıştı. Çünkü kentsel tasarım eğitimimi henüz bitirmiştim ve dijital kentler dışında ekonomilerin kentler üzerindeki etkileri, özellikle üçüncü dünya ülkelerinde ekonomi aracılığıyla nasıl daha yaşanabilir kentsel alanlar yaratılabileceği üzerine düşünüyorum. Küçük ekonomik stratejiler ve daha iyi kentsel servislerin bu ülkelerin ekonomilerini nasıl daha başarılı ve etken hale getirebileceğini araştırıyordum.
İstanbul'da bu araştırmaya mükemmel bir örnek oluşturmuş olsa gerek...
İyi bir örnek, kesinlikle. Sonuç olarak benim için yenilikçilik her yerde aynı anlama geliyor. Küçük bir orman kasabası veya dev bir metropol olsun, yenilikçilik daima aynı sorunu tanımlıyor: İnsanları bir araya getir, sinerji oluştur, bilgi yarat, mekanı bunları geliştirmek için kullan. Söz konusu adımları atarken, gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomiler arasında kalan Türkiye gibi bir ülkeye de çok sayıda olanak doğuyor. Şayet bu süreç tamamlanır ve yabancı sermayeye açılırsa, sözünü ettiğim fikirlerin yeni birer yansıması olarak ilginç bir durum tanımlayacak. İstanbul zaten tarihsel olarak kozmopolit bir şehir. Bu yüzden dünyada yeni bir merkezi tanımlayabilmeli diye düşünüyorum.
Türkiye'de ilk edindiğiniz görev veya yaptığınız iş ne oldu?
Buraya ilk geldiğimde bilim parklarında çalışma olanağı sunuldu. Teknoparklara yönelik yasalar henüz çıkarılmıştı ve İTÜ'de planlama danışmanlığı görevini verdiler. Bu benim adıma iyi bir girizgah oluşturdu.
Peki tüm fikirler üzerinden, bu şehirde geçirdiğiniz altı seneyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu soruya şöyle bir cevap vererek başlayayım. Bence bir şehrin yaşanabilir olması için öncelikle sakinlerine güven duygusu vermesi gerekiyor. Güvenlikten kastım ise, akşam eve dönerken soyulma riski gibi bir şey değil. Yarın işsiz kalmayacağınıza dair bir güven bu; yatırım yaparken duyulan güven, işinizle ilgilenirken ona odaklanabileceğinizi bilmenin verdiği güven... Veya yolda yürürken bacağınızı kırmayacağınızdan emin olmanızın verdiği güven ve güvenlik duygusunu kastediyorum. İşte tam olarak bu anlamda İstanbul'un geçtiğimiz altı senede daha güvenli bir yer haline geldiğini düşünüyorum. Ve bence bu çok önemli! Çünkü bir toplumun en zeki ve en yetenekli insanları, yaşayacakları şehir hakkında bir seçim yapıyorlar. Buna iç göç de dahil... Örneğin Malatya'nın en zeki ve parlak insanları yer değiştirirken ilk olarak İstanbul'a geliyorlar. Eğer İstanbul onlara bekledikleri yaşam kalitesini sunmazsa, memleketlerine geri dönerler. Veya, Paris'e giderler! İstanbul'un bu insanları bünyesinde tutması gerekiyor ve bunu başarmak için de arzu edilir ve yaşanabilir mekanlar sunması...
İstanbul'un "yaşanabilir" kılınması için başka ne gibi gelişmeler kaydedildi sizce?
Şehrin ulaşımı için pek çok çaba sarfedildi. Aynı zamanda daha temiz olması için de gayret ortaya konuldu. Geçtiğimiz altı sende başka neler oldu... Sanırım ekonomi daha stabil hale getirildi; yatırımlar daha verimli ve dikkatli hesaplandı. Akıllı olan iş yerleri ise fiyat bazından başka bir alanda rekabet etmeleri gerektiğini kavradılar. Bu yüzden de şirketlere baktığınızda ürün ve servislerinin her aşamada iyileştiğini görebiliyorsunuz. Eğitim sisteminin seviyesi de, benim bildiğim kadarı ile, yükselmişe benziyor.
Peki tüm bu kültürel, sosyal ve ekonomik açılar, kent dokusundaki değişimler üzerinden de okunabiliyor mu?
Bence sözünü ettiğim kurumlar, bunun bir yansıması. Müzeler açıldıktan sonra dünyanın dört bir yanından insanları bir araya getirdiler. Aynı zamanda büyük yatırımcılara baktığınızda da kente daha fazla yatırım yaptıklarını görüyorsunuz. Size bir örnek vereyim: Türkiye'ye ilk geldiğimde VitrA'nın ithal ürünleri vardı ve pahalıydılar. Kimse de "Neden ithal edilmiş bir şey alıyorum?" sorusunu sormuyordu. Fakat iyi yatırımlar yaptılar ve daha sağlam, iyi tasarlanmış ve karşılanabilir ürünler üreten bir şirket olarak kendilerini yeniden tanımladılar. Diğer tedarikçi şirketler de pozisyonlarını gözden geçirerek bütçeleri ile neler yapabileceklerini, belirli tanımlar dahilinde üretmekten fazlasını kotarabileceklerini ve ihraç edebileceklerini fark ettiler.