Türkiye maceranız nasıl başladı? Bu ülkeye ilk olarak hangi amaçla geldiniz?
İlk olarak 1983'de UNESCO görevlisi olarak Türkiye'ye geldim. Görevim de yok olmakta olan eserlerin incelenmesiydi. Bu inceleme aslında pek çok ülkeyi kapsıyordu. Atina'dan başlayarak İpek Yolu üzerinden İran, Irak ve Asya'dan devam ederek Çin'e ulaşan bir rota izledim. Türkiye üzerinden geçerken de pek çok yer inceledik. O sıralarda İran ve Irak'ta savaş vardı ve biz savaşın tam ortasından, kurşun yağmurunun içinden geçtik. Pakistan, Afganistan, Hindistan'dan ilerledik. Kaşmir Bölgesi olarak bilinen bu bölgede de iç savaş vardı. Oradan Tibet'e ve Çin'e geçerek Japonya'ya vardık.
Peki UNESCO'daki göreviniz eğitiminiz ile ilgili miydi?
O zaman üniversiteyi daha yeni bitirmiştim. Herkes de vardır ya bir macera yaşama isteği... Bu görevle hem yurtdışına gidebiliyor hem de para kazanabiliyordunuz. Bu görev sırasında genelde herkes hastalanıyormuş. 6 ay yurtdışındaydık ama ben hastalanmamıştım. Böyle olunca 1985'te ve 86'da beni yine gönderdiler. 86'da geldiğimde de Mimar Sinan Üniversitesi'ne girdim ve böylece kaldım.
Yine UNESCO vasıtası ile mi girdiniz?
UNESCO ile geldim ama bu benim üçüncü yüksek lisansım oluyordu. Japonya'da ve Paris'te de yüksek lisans bitirmiştim. Üçüncü seferinde de Türk mimarisi okumak istediğimi söyleyince burada hem hoca oldum, hem öğrenci oldum.
Peki Türkiye'deki mimarlığa olan ilginizin kaynağı neydi?
1983'teki gezimizden kaynaklanıyor aslında. Sonra rapor da yazdık... Ben hem Japonya'da hem de Paris'te mimarlık tarihi okudum. Türkiye'ye de bakınca aslında çok zengin... Ama buraya geldiğimizde ne gördük? Bir Ayasofya'yı bir de Sultanahmet'i gördük. Bir de belki Süleymaniye'yi gördük.
Ama bu bile ilginizi oluşturmaya yetti mi?
Aslında tam tersi. Bu kadar zengin ülkede neden üç yer ziyaret ediliyor diye düşündüm. Öyle olunca biraz burada çalışayım, bir kitap yazayım dedim. Sonra da memlekete döneriz... Çünkü o dönemde Kyoto Üniversitesi'nde kadrom da vardı. Ben de üç sene adam gibi okuduktan sonra o bilgi ile Japonya'ya dönerim diye düşünmüştüm.
Neden planladığınız gibi olmadı?
Üç sene çalıştıktan sonra baktım ki bitmiyor. Ben de biraz daha kalayım, çalışayım dedim. Hem hocalık yapınca iyi kötü bir gelirim vardı. Böyle devam ettim.
Peki Japonya'da geliriniz nasıl olacaktı?
Çok yüksek! Aşağı yukarı on katı kadar olurdu ama açıkçası durum şöyleydi: Bilgi sahibi olmak, yerinde öğrenmek doğrusuydu. Mesela size şöyle bahsedeyim: Belki de yüz caminin kubbesine çıkmışımdır. Ondan sonra, Türkiye'de üç yüzden fazla röleve yapmışımdır. Anadolu'da nereden bakarsanız gezmediğim köy kalmadı. Hakkari'nin dağlarından, Siirt'in sularından, Nevşehir, Adana, İzmir'e kadar gitmediğim yer neredeyse kalmadı. "Ne kadar öğrenebilirsem o kadar kardır" diyerek yaptım bunları.
Bu araştırmaları kitaplaştırabildiniz mi?
Türkiye'de bir kitap yazdık. Çok makale yazdım. Tam sayısını bilmiyorum ama yayınladığım makale sayısı garanti yüz, belki de iki yüz oldu. Bunlar tabii yurtdışında. Toplamda beş tane de kitap oldu. Sonra ne olduysa mimar arkadaşlar dediler ki "Japonya'dan beceremediği için buralarda geziyor". Buna çok kızmıştım. Var ya böyle arkadaşlar sağ olsun... Ama aslında bakarsan bana teşekkür etmeleri lazım. Durum böyle olunca "Görelim bakalım" şeklinde projeler çizmeye başladım.
Yine tarihi eserler üzerine miydi bu projeler?
Yoo, normal proje. Doğrudan çağdaş projelere geçtik.
Öyleyse firmanızın kuruluş tarihi de bu zamana mı rastlıyor?
Daha öncesine rastlıyor.
Peki nasıl başladınız?
Döner sermaye. Üniversite projelerinde çalışmaya başladım. Epey diktik.
O döneme ait yapılarınızdan örnek verebilir misiniz?
Örnek olarak, devlet ve askeri bina olduğu için fazla da açıklanamıyor. Ama böyle çok iş yaptık. Ondan sonra da seçmek gereken bir noktaya geliyorsunuz. 1995'te ortağım Gökhan Bey ile beraber "Madem böyle biz profesyonel hayata geçelim. Artık üniversiteyi bırakalım" dedik. Biliyorsunuz, o da üniversitede çalışıyordu. Biz de şirket kurduk; başladık. O gün bugündür çalışıyoruz.
Bir anlamda tüm bu sürecin sizin için tesadüfi geliştiği söylenebilir mi?
Valla Japonya'da olsaydım şöyle olurdu: Orada iyi mimar değilseniz üniversitede kalamıyorsunuz. Ben Japonya'dayken epey çalıştım; epey projem vardı. Benim hocam o dönemin ünlü hocalarındandı. Şu anda dünyanın bütün ünlü Japon mimarları ile de o dönemde tanışmıştık. Ve onların eserlerinin kontrolü, proje ve planlandırması gibi işler yapıyordum. Mesela Arata Isozaki, Tadao Ando'nun işlerini yapmıştım. Renzo Piano ile de çalıştım. Peter Eisenman, Aldo Rossi için de iş yaptım. Öyle bir geçmişim var ve tabii ona da güveniyordum.