"Müşterilerimize 'İstediğiniz Tat Kulesi mi, Sapphire mı?' diyoruz"
06 Şubat 2009
Uluslararası yarışmalara da katılıyor musunuz?
SG: Açıkçası evet. Aslına bakarsanız Denizli Belediyesi Hizmet Binası Yarışması, katılacağımız ilk ulusal yarışma olacak. Öncesinde İsviçre'de bir yarışmaya katıldık, finalistleri arasına girdiğimiz Shanghai EXPO Yarışması'nda da vardık. İsveç'te bir yüzme fasilitesi ve Asplund Kütüphanesi eki için de yarışmalara katıldık. Aslına bakarsanız yeterli miktarda yarışmaya da giremedik çünkü yeterince işimiz vardı. Şimdi, sanırım ülkenin tümünde olduğu gibi bir tür bazal metabolizma modundayız.
GTT: Mesela şu anda üç yarışma ile ilgileniyoruz. Biri Londra için, diğerleri Tahran ve de Denizli için....
İkiniz de hem Rotterdam hem de New York'ta çalıştınız. Bu farklı pratiklerin içinde var olmak sizi ne gibi zorluklara itti? Deneyimlediğiniz farklılıkları nasıl değerlendiriyorsunuz?
SG: Ben Gregers kendi açıklamasını yapmadan önce bir şey söylemek istiyorum. Mimarlık dünyanın her yerinde çok zor bir pratik. Projeler sürekli kendilerine yeni yönler çiziyorlar; ellerinizden kayıp gidiyorlar ve çoğunlukla yolunuzu bulmakta güçlük çekiyorsunuz. Rotterdam'da ölen projeler oldu; New York'ta ve son olarak İstanbul'da ölen projeler oldu. Sanırım ortak bir nokta bu: Hiçbir yerde mimarlık özellikle kolaylıkla gerçekleştirilebilir bir uzmanlık değil. Çünkü her daim dev bütçeler, uzun zaman aralıkları ile çalışıyorsunuz.
Dragos Towers, YDKSTUDIO ile birlikte.
GTT: Mimarlığın sürekli bir karanlık yanı ve o tarafta da büyük riskleri var. Hiçbir zaman ne olacağını bilemiyorsunuz. Yapabileceğinizin en iyisi her seferinde yeni bir adım atmak.
Peki modernite ile karşılaşmalar anlamında neler söyleyebilirsiniz? Bir tarafta moderniteye adım atılan bir Avrupa coğrafyası, diğer yanda ona doğan bir kültür ve hala modernizme bariyerler kuran, sızıntıları itinayla sıvayan bir ülke var. Tasarımsal alanda bu size ne ifade ediyor?
SG: Biz daha ziyade post-modernizmle sıkışıp kaldık sanırım... (gülüşmeler)
GTT: Bu çok ilginç. Çünkü İstanbul'un en azından son derece gelişkin bir iç mimarlık mecrası var. Lokantaları, kafeleri incelediğinizde küresel anlamda da oldukça yüksek bir kalite ile karşılaşıyorsunuz. Ama diğer yandan yapı ölçeğinde çok da heyecan dolu olduğunu söyleyemeyeceğim. Ancak en azından bizim yakın zamanımızda son derece ilginç öneriler ortaya konuldu. Sorunları olsa da, en azından İstanbul'un merkezine baktığınızda kentin özgün bağlamında neler yapılabileceğine dair iyi örneklerle karşılaşabiliyorsunuz. Şayet yapılı çevre bundan böyle benzer örneklerden daha fazlasını barındırırsa, çok daha iyi olacaktır.
S.G: Tabanlıoğlu, Emre Arolat, Han Tümertekin hepimiz için iyi birer referans noktası oluşturuyor. Küresel anlamda ne ifade ettikleri kimin umurunda! Sonuç olarak hepsi iyi mimarlık ürünleri. Ve bugün, 5-10 sene öncesine kıyasla bu gibi yapılardan çok daha fazla var.
GTT: İşte bu bir tür dürüst mimarlık kategorisi. Belki "muhteşem" değil ama en azından sağlam ve iyi işler... Dünyanın her yerinde var olabilirler. Sonuç olarak herkes bir Rem Koolhaas değil; o ayrı bir kategori.
S.G: En azından bugün, müşterilerle konuşurken "Bu insanlar buna benzer şeyler yapıyorlar" diyebiliyoruz. Ya da bir üstlenici ile anlaşırken "Bak bu Tat Kuleleri, burada da Sapphire var. Hangisi isterdin?" diyebiliyoruz. Bence bu bizim için bir avantaj. Umarım yavaş yavaş parmağımızla işaret edebileceğimiz daha çok iş görebileceğiz. Mesela FOA'nın Meydan Projesi belki dünyanın en iyi şeyi değil, ama insanlar bu mekanı seviyorlar ve bu iyi bir başlangıç.
Tago Mimarlık'tan Tatsuya Yamamoto
Superpool'dan Gregers Tang Thomsen
Şanal Mimarlık'tan Alexis Şanal
Mimarlar Odası'nın "Tescilli" Mimarı Brigitte Weber
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Bu İçeriğe Yorum Yazın