Grafik uygulama: Meltem Doğan Yeler
1960'larda Aldo Rossi 'Bilimsel Tiyatro' ile izleyici-oyuncu arasındaki mekansal ilişkileri sorguluyordu. Sonrasında, yine tiyatro biliminde etkilerini gördüğümüz olay-olgu kavramlarının Deleuze tarafından tartışıldığını biliyoruz. Neyin oyun, neyin gerçeklik olduğuna dair tartışmalar tiyatro tarihinde temel sorun olarak ele alınıyor. Peki Dot bu kavramsallığa nasıl yaklaşıyor?
Tiyatroda elbette üzerine çok yazılan, konuşulan bir sorun mekan ve izleyici ilişkisi. Klasik tiyatro mekanı kabaca dört bölümden oluşur: Fuaye, seyir yeri, oyun yeri ve kulis. Bizim başlangıç cümlemiz de şuydu: Oyun yeri ve kulisin, yani seyirci ile mesafesi olan, oyuncunun ve tiyatrocunun gizemli ve büyülü mekanlarına izleyiciyi sokmak. Bunun için de bizim tiyatronun belki mimari tanımı ve gözlemcisi üzerine buradan yaklaşılabilir. Daha büyülü, gizli-saklı, illüzyonun oluşturulduğu kabul edilen sahne ve oyuncunun gerçek kimliğini sakladığı kulisin farklı kullanımları ile bu mekanlara seyirciyi dahil etmek istedik.
Bir noktadan sonra kimin neyi izlediğinin, sizin ‘olay'ın içinde yer alıp almadığınızın, sadece bir gözlemci mi yoksa olup bitenin bir parçası mı olduğunuzun sorgulandığı, bu sınırların muğlaklaştırılmaya çalışıldığı da söylenebilir mi?
Söylenebilir. Belki de bu ilişki şu şekilde daha da açılabilir. Aslında oyuncu ile izleyici arasındaki ara-yüz, sahne olarak tanımlanır. Oyuncu, kulisten oyun yerine geçtiğinde kendi kimliğinden soyunup bir hikayenin anlatıcısı olarak sahnede var olur. Seyirci de koltuğa geçtiği an o hikayeyi dinleyecek kişi olarak kendini var eder. Sahne aslında bir monitörün ara-yüzü gibidir. O ara-yüzde de bütün butonlar - nasıl ki bilgisayarda butonlarla yolunuzu bulursunuz – aslında oyuncunun elindedir ve seyirciyi bir şekilde yönlendirir. Bu yüzden oyun yeri seyirci açısından odak mekan iken, oyuncu açısından kontrolünün elinde olduğu mekan olarak vardır. Çok iyi tanıdığı, çok iyi idare ettiği ve seyirciyi yönlendirmek için kullandığı bir mekan... Bizdeki karşılığı, işte bu noktada, seyircinin oyuncunun yönettiği mekan içindeki edilgenliğini bir dereceye kadar azaltmak oluyor.
Oyun mekanı ile izleyici mekanı arasındaki bu hiyerarşik kurguyu siz nasıl değerlendiriyor ve değiştiriyorsunuz?
Oyun yerinin yukarıda, seyir yerinin aşağıda olması, oyun yerinde oyuncunun seyirci üzerindeki hem pozisyon hem de hikaye anlatıcılığından kaynaklanan baskın hali, seyircinin o hikayeyi dinlemekteki yönelimi ve konsantrasyon noktalarında edilgenleşmesi, bizde biraz daha dozu değiştirilmiş olarak ortaya çıkıyor. Bu da seyirciyi sahneye almak gibi bir motivasyonla yaratılmış bir yapı. Bunun farkı, öncelikle seyircinin seyretme alışkanlıklarının değiştirilmesi. Tıpkı mimarlıkta bir objeye uzaktan ve yakından bakmak arasındaki fark gibi düşünülebilir. Çerçeve sahnede seyirci bir oyuncuyu bütün bedeni ile izlerken, bizim çalışma düzenimizde seyirciyi oyuncunun yüzü, gözleri ve genellikle bel plana odaklayarak farklı bir izleme alışkanlığına taşıyoruz.
Frozen / Donmuş
Bunu, hem oyuncu ve izleyici arasındaki fiziksel mesafeyi değiştirerek hem de bazı oyunlarda izleyiciyi daha yüksek bir kota alarak sağlamaya çalışıyorsunuz, değil mi?
Evet, seyircinin daha yüksek kotta yer alması iki açıdan avantajlı. Birincisi izleme konforu; bu bildik bir zorunluluk: Öndeki izleyicinin arkadaki izleyiciyi kesmemesi için her sırayı yükseltmek gerekiyor. Öte yandan seyirci yükseltildiği zaman, çerçeve sahnenin aksine oyuncu üzerinde başka bir hakimiyet kazanıyor. Bir oyunu aşağıdan yukarıya izlemek ile yukarıdan aşağıya izlemek arasında çok büyük bir farklılık var; her birinde oyun farklı bir boyut kazanıyor. Bu seyircinin bilinç düzeyinde gelişen bir durum değil de, bilinç altında hareket eden bir dinamik olarak var.