"Vapurlarımızı vermiyoruz" kampanyasında vapur bir semboldü aslında. Bu anlamda, kampanya sırasında mesajlarınızın doğru algılandığını düşünüyor musunuz?
Tamamen algılandığını düşünmüyorum. O kadar garip ki, insanların bir kısmı bütünsel düşünme yetilerini kaybetmişler. Bir konuda hafifçe derinleşildiği zaman ürküyorlar. Bu, örneğin yeni mezun olan mimarlarda da var. Esnekliklerini kaybedeceklerini düşünüyorlar. Bugün neo liberal sistem içerisinde en önemli şey, insanların esnek olabilmeleri. Sizinle "Ne kadar haklısın" diye konuşanlar, aynı zamanda ertesi gün belediyeyle bir iş anlaşması yapabilme umudunu taşıyorlar. Bu nedenle herkes birbiriyle son derece esnek ilişkiler kuruyor ve bir fikre bağlanmak istemiyor. Bu da bazı şeyleri görmelerini engelliyor. Şehirde, hep bir şeyleri erteleyen, bir konuda derinleşemeyen, son derece yüzeysel bir insan topluluğu var. Evet belki ilk cümleniz algılanıyor, ama bu ikinci cümleniz için çok zor.
Haydarpaşa Dayanışması tarafından gerçekleştirilen bir etkinliği izlemiştim. Tren vapur aktarması yapanların etkinlikle neredeyse hiç ilgisi yoktu.
Bunun nedeni, kamu fikrine inanmayan bir insan kitlesinin oluşması. Ya private / özel olacak, ya da devlet olacak. Bu bence, freni patlamış bir kamyonda yokuş aşağı inmek kadar tehlikeli bir durum. Eğer bir şehirde 'public' yoksa, toplum, bütün kurumlar risk altındadır. O yüzden kamuoyunun olmaması, oradan geçen vatandaşın kendisini kamuoyunun bir parçası olarak hissetmemesi, öncelikle halk için bir tehlikedir. İnsanlar ötesini düşünmüyorlar, çünkü bir kere kendilerini şehirde meşru hissetmiyorlar. Bir bireyin, ister fakir ister zengin olsun, kendini şehrin bir parçası olarak görmesi, bunun ona hissettirilmesi çok önemli. Bu tür kampanyalar, kişilerin şehirle bütünleşmeleri açısından son derece önemli.
Burada işin acıklı yanı, bu konuda ihtisaslaşmış insanların konuşmaması, konuşmayı göze alamaması, iş bekler durumda olması. Düşünebiliyor musunuz, İstanbul'un 1 / 100.000'lik planı yapıldı ve bunda ulaşımcılar da çalıştı. Ama o planda olmayan şeyler, örneğin üçüncü köprü, Boğazın altından tüp geçit projesi, 7 Tepe 7 Tünel projesi, orada çalışan öğretim üyelerinden habersiz bir şekilde eklendi. 7 Tepe 7 Tünel projesinde 7'ye bakmayın, sanırım en az 21 tünel var orada. Bildiğim kadarıyla, bunun sonucunda İMP'den sadece bir kişi istifa etti. İnsanlar, bu derece konuşmuyorlar. Şehir süratle yanlışa doğru gidiyor ve dokusu çok zedelenecek. İstanbul, staratejisi olmayan, herkesin kafasına göre birşeyler yapabildiği, istediği yerden tünel açabildiği, istediği binayı çatlatabildiği, istediği tarihi mekana istediği gibi müdahale edebildiği bir şehir haline dönüşüyor.
Düşünebiliyor musunuz, bu yönetim ilk geldiği zamanlar, Süleymaniye Camii'nin altına altı şeritli bir otoyol sokmaya çalıştı. Bunu yapabilecek zihniyet, çok radikal bir zihniyettir. İstanbul'la bütünleşmiş, olmazsa olmaz bir mimari yapıtı zedeleyebilecek bu eylemi yapabilmek, bunu projelendirmek cüreti, "Bu şehre son derece radikal şeyler yapabilirim, hazırlıklı olun" mesajıydı.
İstanbul, Bizans'tan bu yana su açısından çok fakir bir şehir. Bu nedenle sarnıçlar yapılmış, yağmur İstanbul için çok önemli. İstanbul'a düşen yağmur oranlarının giderek azaldığı bilinen bir gerçek. Biz, üçüncü köprü ile İstanbul'un yağmur ormanları olan kuzeydeki yeşil bölgeyi imara açabilecek bir işe soyunuyoruz. Bugün Riva ve Şile, iyice imara açılmış durumda. Ayrıca köprünün bağlantıları su havzalarının içinden geçiyor. İstanbul sanki dünyanın en su zengini şehriymiş gibi, otoyola korkunç bir para yatırılıyor. Otomobil, İstanbul için bir ulaşım aracı değil, İstanbul otomobil satılan bir yer. İstanbul bir pazar olarak görülüyor ve pazar ekonomisinin getirileri de 7 - 8 kilometrelik yer altı tünelleri oluyor. Oysa İstanbul artık otomobil almak istemiyor, aksine alternatif ulaşım yöntemlerine ihtiyacı var. Batı şehirlerine baktığınız zaman bunun tersi bir durum çıkıyor karşınıza. İnsanların belki otomobilleri var, ama şehir dışına çıkmak için. Avrupa'nın hiçbir yerinde şehir merkezlerine otopark yapılmıyor artık. Varsa da çok pahalı ve caydırıcı. Otoyollar, İstanbul da hala bir yeri imara açmanın yolu olarak değerlendiriliyor. Bu nedenle köprüler, iki yakayı birbirine bağlamaktan çok, çevre yolları üzerindeki yerleri imara açmak için bir faaliyet türüne dönüşüyor.