NK: Baklava bar konsepti sizin önerdiğiniz bir şey miydi?
NA: Evet. Yine sıfırdan bir projeydi. Baklavanın parça parça olması, “Pare” ismi oradan geldi ve eski dilden. Baklava Bar da Nişantaşı’nın göbeğinde açıldı, Şakayık’ta. Hedef, biraz iş insanlarını çekmekti aslında. “İki tek baklava at” diye bir mottomuz vardı. Öğle arasında yemekten sonra gelsinler, iki tane baklava atıp gitsinler veya iş çıkışı ama aynı zamanda hediyelik de alabilsinler. Bütün ambalajlarını, grafik tasarım elemanları, her şeyi tasarlıyoruz. İnce uzun kutular yapmıştık mesela, daha hediyeye yönelik ve çok da tutuluyordu, iş kaynaklı bir kapanma olmadı. Müşterinin şahsi tercihleri öyleydi.
CT: Çünkü baya zor bir operasyon yönetiyorlardı aslında; baklavalar Gaziantep’te yapılıyordu ve her sabah buraya taze geliyordu. Kolay bir süreç değildi.
NA: Orada da espresso barlarından esinlenmiştik, oturmaya vaktin yoksa da gidersin içersin, daha ucuzdur vs. Burada da onu yaygınlaştırmak, oturtmaktı amaç.
CT: Eataly de çok ilgilenerek davet etmişti o markayı, Zorlu’da açıldı ikincisi.
NA: Ama kaldı, zincir çok fazla büyüyemedi. Yine daha once yaptığımız projelerle ilgili yurtdışı ve yurtiçi birkaç yeni proje düşünülüyor; bakalım.
NK: Peki kitchen-ist’in gelecek hedefleri arasında ne var?
NA: Biz Türkiye’de çalışmaktan özellikle İstanbul’da proje yapmaktan keyif alıyoruz ama yurtdışı projelerimiz gelişsin istiyoruz. Hedeflerimizin içinde bir tanesi o. Sanki o yöne de gidecekmiş gibi birtakım gelişmeler oluyor. Umarız farklı coğrafyalarda, bizim daha da keyif alacağımız projeler olur.
CT: Türk tasarımcılarının adını dünyada da duyurmak istiyoruz. Çünkü bizim savunduğumuz bir düşünce var ve bunu yaygınlaştırmak, bunun öncüsü olmak istiyoruz. Biz “marka mekân” diye bir şey attık ortaya ve “marka mekân” dendiğinde akla gelecek ilk tasarım ekibi olmak istiyoruz. Bunun aslında böyle yapılması gerektiğini, sadece Türkiye’de değil dünyada da duyurmak istiyoruz. “Türk bir ekip böyle bir şey yapıyor” dedirtmek istiyoruz.
UD: Kadro olarak büyümeyi düşünüyor musunuz?
CT: Biz çok büyük büyüme hedefi olan insanlar değiliz, olabildiğince minimâl kalmak istiyoruz ama mecburen biraz büyümemiz gerekecek gibi gözüküyor.
NA: Çünkü, her projeye detaylı bir efor sarf etmemiz gerekiyor. Bir sürü proje aynı anda ve ekip kontrolsüz şekilde büyürse o ekiple de doğru çalışmak çok mümkün olmayacak.
CT: Ama bir nebze büyümek gerekecek gibi duruyor. İşimizden zevk alıyoruz, içinde olmaktan memnunuz. Tabi biraz fazla yoruluyor olabiliriz, belki biraz onu hafifletmek için büyümek, yoksa başka bir sıkıntımız yok.
UD: Resim mezunusunuz, işinizde de kullanıyorsunuz bu yeteneğinizi ama sanatsal anlamda devam ediyor musunuz? Yağlı boya, kara kalem, vakit bulabiliyor musunuz?
NA: Bulamıyoruz. Aslında, birkaç sene önce zaman zaman şevk geliyordu yapmak için. Yine ara ara eskizler, bir şeyler yapıyoruz ama sanat adına bir üretimimiz maalesef yok, keşke olsa.
CT: Arada yaptığımız şeyler oluyor; meselâ ben illüstrasyon yapmıyorum ama reklamcıyken yaptığım Yeni Rakı bardakları vardı, İstanbul serisi, onların devamları olacak gibi duruyor. Ya da bir ambalaj oluyor onun üstüne bir şeyler çizilmesi gerekiyor, tabii ki yapıyoruz ufak tefek ama sanat adına değil. Yine işimizle alâkalı şeyler.
NK: Bölümümüzü mimarlık, iç mimarlık ve tasarımcı adayları hem de halihazırda bu eğitimi alan kişiler de takip ediyor. Genel olarak tasarım yolunda ilerleyen gençlere ne söylemek istersiniz?
NA: Ben İstinye Üniversitesi’nde haftanın bir günü proje dersine gidiyorum. Çoğu öğrenci üniversitede bu işle tesadüfen tanışıyor ya da iç mimarlık, tasarım ile ilgili bir bölüme tesadüfen girdiğinde çok zorlanıyor. Çünkü başka bir dünya, başka şekilde düşünmeye, etrafını başka şekilde algılamaya ihtiyacı var onların. Biraz onu öğretmek lâzım üniversitede belki de. Çünkü sanat ve tasarımla tanışmak için biraz geç kalmış oluyorlar. O yüzden algılarının çok açık olması lâzım. “Tasarımla ilgili dünyada neler yapılıyor, Türkiye’de neler yapılmış, özgün olmak için benim ne yapmam lâzım, yapılmışların dışında ben farklı ne ortaya koyabilirim?” Kendilerini bu yönde çok beslemeleri gerek. İstanbul’da, sürekli yeni yerler açılıyor, gidip birebir de her şeyi deneyimleyemiyoruz tabii ki. Ben öğrencilere hep söylüyorum; gidin, bakın, kimse size içeri girdiniz diye bir şey demez. “Ne oluyor, neler yapılıyor?”, takip edin. Sanat etkinliklerini, bienalleri takip edin. İstanbul’da çok kolay öyle şeylere ulaşmak.
CT: İstanbul dışındaki üniversiteler mesela çok daha aç oluyorlar buna ve hakikaten çok da istekli oluyorlar, buraya sadece onun için geliyorlar. Ama İstanbul’dakiler birçok şey ayaklarına gelmişken; nasıl olsa gidilebilir, istersem giderim, deyip göz ardı ediyorlar.
NK: Gençken bunu yapmaları gerek yoksa sonrasında daha zor oluyor.
NA: Sonradan akılları başlarına geliyor. Aslında hepimizde var öyle bir şey de… Eğitim de o yönde olmayınca çok fazla efor sarf etmeleri gerekiyor. Okul hakikaten yeterli değil. İkimizde Mimar Sinan mezunuyuz, okulda birçok şeyi öğrendik, çok da deneyimli hocalar vardı ama iş hayatına başladığınızda bambaşka bir dünyayla karşılaşıyorsunuz. O yüzden mümkün olduğunca erken, doğru ekiplerin olduğu yerlerde staj yapmaları çok önemli. Hakikaten çalışmak istiyorlarsa canla başla çalışmaları, gittikleri ofislerde saati geçirmek değil, kendilerini besleyecek, “ne öğrenebilirsem öğreneyim” kafasında olmaları lâzım.
Çok duyduğum bir şey de; mezun olayım, özellikle özel üniversitedekiler, ailesi ofis açacak ve devam edecek birtakım şeyler yapmaya. Tek bir ofis değil, mutlaka birkaç ofisi deneyimlemeliler.Çünkü, farklı tasarım yaklaşımları olan ofisler var.
CT: Bir de gündemi çok iyi takip etmeleri lâzım. Bizde de, meselâ reklamdayken, en önemli şey sürekli güncel olmaktı. Ne oluyor, ne bitiyor, sürekli takipte olman gerekiyor. Teknoloji aldı başını gidiyor. Tamam sanattan konuşuyoruz ama teknolojinin de bunun içinde olması gerekiyor. Zaten yeni nesil teknolojiye hâkim ama işine nasıl yansıtabilir onu da düşünmek gerekiyor.