"Özgün olmak gibi çok büyük bir kaygımız var"

27 Şubat 2020

NK: İçgüdüsel gelen bir estetik bilgimiz var; oranlar orantılar, eğitimle bunun farkındalığı oluşuyor. Estetik ve fonkisyonel ihtiyaçlara nasıl cevap verebileceğimizi de tasarım eğitimi sağlıyor. Bu çerçevede sizing için yeri ayrı olan bir projeniz var mı?

CT: İki projeden bahsedersek; Inari ve Mr. Cas. Daha önce Pare Baklava Barlar yapmıştık, onlar da bizim zevkle çalıştığımız projelerdi.

NA: Aslında her projede zevkli çalışıyoruz. Konuyu biz zaten bir şekilde zevk alacağımız, proje sonlandığında sonuçtan mutlu olabileceğimiz, keyifle çalışabileceğimiz hale getiriyoruz ve her proje için farklı bir şeyler yapma hedefindeyiz. Özgün olmak gibi çok büyük bir kaygımız var açıkçası; hiçbir şeye benzemesin, kendi yaptığımız projeler bile birbirine benzemesin.

CT: Ama Mr. Cas çok eğiticiydi.

NA: Eski eser ve zor bir bina olması açısından.

CT: Inari de değişik bir kültürle ilgili bir proje yapma konusunda, bizim için çok enteresan ve keyifliydi. İkisinin sonucundan da çok memnunuz. Şu an yaptığımız projelerden de aslında aynı zevki alıyoruz.

NK: Onlardan da bahsedelim isterseniz şu an gündeminde ne var kitchen-ist’in?

NA: Bir tanesi, İstanbul Galata’da bir otel. Eski eser bir binada, Saint Pierre Kilisesi’nin yanındaki manastır yapıları, onlardan bir kısmı. Bir dönem Fransız ilkokulu olarak da kullanılmış. Sonrasında farklı farklı fonksiyonları olmuş. Ceneviz surlarının nadir kalan kalıntıların bir kısmı da bizim binanın içinden geçiyor. Orada bir butik otel ve içeride de avlusu olan bir İtalyan restoranı yapıyoruz. Yine Galata’da aynı bölgede bir lounge bar projemiz var; iki katlı yine bahçesi olan, 400-500 metrekare bir alan.

CT: O da yine manastır yapılarının devamı.

NA: Aslında aynı yapı grubunda sırasıyla devam eden projelerimiz olacak. Belli bir dönemde manastır yapılarına ek bir yapı yapılmış, aslında dış cepheden gördüğünüz o. Bizim hedefimiz, yoldan geçerken o avlunun ve tarihi yapının hissediliyor olması. Açıldığında öyle olacak, algılayacaksınız yoldan geçerken.

CT: Orası Fransız ilkokulu olduğu için, oranın ismini tuttuk, “Ecole St. Pierre Hotel” olsun dedik, çıkış noktamız da okul. Onu da, mekân ve marka kimliğiyle, anlayacaksınız. Logolar tamamlandı. İkisinde de armadan yola çıktık. Restoran da İtalyan restoranı, çünkü Ceneviz suru geçiyor. Okulun da Cenevizliler’in de ortak noktası; armaları var. Biz armadan yola çıkarak, ikisine de birbirine benzeyen ama farklı logolar tasarladık; renkleri farklı ama mekân iç içe olduğu için birbiriyle uyumlu şekilde ilerledik. Birinde daha okula, manastıra ve Galata’ya yönelik detaylar görüyorsunuz, diğerinde daha İtalyan; aydınlatmalarımızda, duvar panellerimizde Cenevizliler’in denizci olma özelliklerine göndermeler yapıyoruz. Orada da yine İlayda Çeşmecioğlu ile çalışıyoruz.

NA: Orada mozaikler de var.

CT: Evet, çünkü hem Bizans, hem Osmanlı hem Cenevizliler, hep mozaik var kültürlerinde. Biz de mozaikten paneller yaptık. Resepsiyon bankosunu tamamen sanatçıya bırakıp, sanat eseri gibi bir resepsiyon bankosu yaptık. Onun yanındaki lounge da otele hizmet edecek bir lounge olacak. Ama onun konsepti tamamen farklı, otelin içinde olan bir yer olmadığı için, bambaşka mekân ama aynı gruba ait, aynı müşterinin devam projesi gibi.

NA: Daha önceden bahsettiğimiz, sanatçı İlayda Çeşmecioğlu ile çalıştığımız bir projemiz var. Kırgızistan’da, yakın zamanda Türk bir yatırımcı tarafından Sheraton Otel açıldı, onun roof katında, modern Japon restoranı yapıyoruz.

CT: Tanrı Dağları ile çevrili Bişkek’in en yüksek binasında, Shinto’dan yola çıkarak, restoranı bir tapınak gibi konumlandırdık. İsmini araştırırken de öyle düşündük; “İva”. İva, kaya anlamına geliyor. Shinto’da da animizm vardır, her şeyin bir ruhu olduğuna inanılır; tahta, kaya, dağ vs. Biz de orayı bir kaya gibi konumlandırıp, oraya bir ruh atfedip, yüksek bir binanın tepesinde ruhu olan bir mekân tasarladık. Ortada asılı bir kaya var, havada duruyormuş gibi mistik bir his yaratmak amacımız. Bazı aydınlatmalarımız yine kaya formunda, onları da sanatçıyla çalıştık. 2 tane barı var, biri Sushi, biri kokteyl. Onların üstünde sarmal bir aydınlatmamız var, Shinto tapınaklarındaki bir totemden yola çıkarak tasarladık. Tanrısal dünya ile insani dünyayı ayıran, kutsal bir yere girildiğini anlatan bir totem. Doğa ile bağlantılı olduğu için böyle doğal görünümlü bir mekan tasarladık.

NK: Siz anlatınca şöyle bir sahne geldi aklıma; Japon geleneksel mürekkeple boyama teknikleri vardır, bambular, kayalar...

CT: Kurumsal kimlikte tamamen mekanla örtüşen bir mantıkta ilerledik. Baskılar da hiç ağaç kesilmeden şeker kamışından üretilen kağıtlar kullanacağız. Mekandaki ahşap latalara gönderme yapan bir logomuz var detayında dağ/kaya formunu hissediyorsunuz. Fırça darbeleri de hem Japon sanatına hem de Tanrı Dağları (Tian Shan) rüzgarlarına gönderme yapıyor.

NA: Ama geleneksel Japon’dan uzağız. 

CT: Mart sonunda açılmasını planlıyoruz. Bütün üretimleri burada yapıyoruz. Buradan tırla oraya gidiyor, orada kurulum olacak.

NK: Daha önce o bölgede çalışmış mıydınız? Nasıl orada çalışmak?

CT: İlk defa çalışıyoruz. Aslında Türk ekiplerle çalışıyoruz, şu ana kadar bizim direkt temasta olduğumuz bir durum olmadı ama orada hakikaten inşâ işleri biraz sıkıntılı. Malzeme bulmak, ürün bulmak… O yüzden Türkiye’den gidiyor birçok şey. Ama ekiplerle orada çalışmak da sıkıntılı. Bizim şantiyenin başında olan bir inşaat mühendisimiz var, müşterinin tarafında zaten. Bütün projenin yönetimini o yapıyor, biz de bir hafta on gün kadar nihai kurulum için orada olacağız. 

NA: Bu arada başladığımız bir projemiz daha var, henüz detay veremiyoruz ama sokak lezzetleriyle ilgili zincir olacak bir proje.

NK: Daha önce var mıydı böyle bir zincir projeniz?

NA: Pare ile başladı aslında ama müşterinin başka işleri de vardı, direkt ona odaklı değillerdi, diğer işler biraz ağır bastığı için çok ilgilenemediler, iki tane ile sınırlı kaldı.


Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :