NK: Japon kültürüne de aşinasınız, Inari Omakase adlı restoran projeniz var.
NA: Bu proje bize geldiğinde çalışan bir mekandı. İki yıl çalışmış ama fazla yatırım yapmadan açmışlar. Sonra bakmışlar şef çok iyi, müşteriler yediklerinden memnun, ama mekan sıkıntısı var, “yenileyelim” demişler. Bu fikir ile bizi buldular. Biz de “sadece mekanı yapmakla bu proje bütünüyle yenilenmiş olmaz” dedik. İnari ismini araştırdık, nereden geldiğine baktık. Marka ve mekanı ele alarak bir paket olarak yeniden çalışmak istedik. Müşteriler bu tarz çalışmaya pek aşina olmadıkları için ikna sürecimiz oluyor ama sonra kafalarına yatıyor.
CT: İnari gayet akılda kalıcı, bilinen bir isimdi, özellikle şefinden dolayı. Ama çok klasik Japon hatlarına sahip kırmızı-siyah renkte bir logoları vardı. Biz buradan çok fazla ileriye gidemeyeceğimizi söyledik. İsmi tutalım ama biz buna yeni kimlik oluşturalım, dedik. “İnari” tilki şeklinde pirinç tanrısı. Japon mitlerinde bu şekilde yer alıyor ama dünyaya geldiğinde kendini çekici bir kadın olarak gösteriyor, transformasyon özelliği var. Tilkiden kadına dönüşüyor, bu da biraz onun “trik”i; cazibesi diyelim. Madem İnari dişiye transforme olan bir pirinç tanrısı, biz burayı dişi bir mekana çevirelim dedik. Geleneksel olanı moderne çevirdik. Renklerinde tamamen dişiliğe göndermeler yaptık. Beyaz dişiliği temsil ettiğinden, kurumsalda renkleri daha çok beyaz ağırlıklı tercih ettik. İnari’nin beyaz olan tilkileri daha da kutsaldır. Kurumsalda beyaz ve fuşya rengimiz var. Burun, kadın dudaklarına göndermeler yapıyor. Buradan yola çıkarak bütün kimliği ve mekanı kurguladık. Tatami çay seramonilerin yapıldığı odalar da bazı karolajlar var. Bu karolajları duvarlarda, zeminde ve bar konstrüksiyonunda vs. birçok yerde kullandık. Japon şemsiyelerinden aydınlatma tasarladık.
Geleneksel Japon’u tamamen uygulamak değil de onun bazı formlarını geometrik, simetrik birtakım şeyleri aldık. Aslında baktığınızda geleneksel Japon’u pek hissetmiyorsunuz ama ince çıtalı çizgilerini, çay seromoni odalarının karolajını mermerle yaptık. Yine arka tarafta kocaman bir japon güneşi var, japon mimarisinde çok kullanılıyor onu biz bir aydınlatma olarak tasarladık. Mekan ince uzun bir mekan, arka kısımda müşteriyi oturtmak çok zor. Deniz tarafında olduğu için herkes önde olmayı tercih ediyor. Biz arka tarafı fonksiyonel olsun diye daha yüksek, seromoni odalarında sanki yerde oturuyormuşçasına gayet rahat girip çıkabileceği formatta şef masası olarak tasarladık. Siz bir şey seçmiyorsunuz, şefin seçtiği size geliyor, arka kısımda böyle özel bir masa var. Her noktası düşünülmüş. Yine orda da İlayda Çeşmecioğlu’nun duvarda aydınlatma olan kağıttan yapılmış çalışmaları var.
NK: Özelikle Türk yatırımcılarını bir sanatçı ile çalışmaya ikna etmek çok kolay değildir. Siz nasıl ikna ettiniz?
CT: Bizim yaptığımız hiçbir şey, biz istedik diye olmadı. Aslında hepsi konsepte hizmet ediyor. Süs olsun diye bir sanatçıya bir şey çalıştıralım mantığında değiliz. Bir çizgi bile koyuyorsak onun bir anlamı var. Bize sorarsanız “Bu köşeyi neden öyle yaptınız?” diye, biz size oranın neden öyle olduğunu anlatabiliriz. Tasarım denen şeyin böyle olması gerektiğini düşünüyoruz. Projeyi anlatırken o çalışmanın gerekli olduğunu anlatıyoruz. Sanata ve sanatçılara destek olmak istiyoruz onlar da kendi mekanlarına bir değer katmış oluyor.
NA: Birebir o mekana ait bir çalışma oluyor, o mekanı simgeliyor. Müşteri de dikkat çekici olduğundan memnun kalıyor, sosyal medyada paylaşılıyor. Özellikle günümüzde instagramda paylaşım yapıldığında mekan için dikkat çekici oluyor.