Haliç Üniversitesi mimarlık bölümünden 2012’de mezun oldum. Sonra yüksek lisans için Milano NABA’ya gittim. Mimarlık okuduğum ve iç mimarlık yüksek lisansı yapmak istediğim için İngilizce programı olan NABA’yı tercih ettim. NABA bir güzel sanatlar okulu, buradaki Mimar Sinan Üniversitesi gibi. Yüksek lisans programı ise Domus Academy’nin de yer aldığı bir üniversiteler birliği dahilinde eğitim veriyor. İtalya’da mimar olmak için 3+2 yıl okuyorsunuz. Biz de oraya gittiğimizde +2’lik kısma dahil oluyoruz. Türkiye’ye göre farklı bir sistem çünkü burada yüksek lisans yaparken aynı anda çalışabilirsiniz. Orada lisans kadar ders alıyorsunuz. Devam zorunluluğu yok ama projeyi bir şekilde yapmak gerekiyor. İsterseniz okula gitmeyin evde yapın ama dersler çok zamanınızı alıyor. Tez yazarken mezuniyet için gerekli olan staj gibi bir çalışmayı da zorunlu tutuyorlar. Bunu uzatmak, orada kalmak sizin elinizde. İki senelik yüksek lisans ve bir senelik çalışma sürecinin ardından 2015’te İstanbul’a döndüm ve Habif Mimarlık’ta çalışmaya başladım. Aslında ilk olarak 2010 yazında stajyer olarak burada bulunmuştum.
Habif Mimarlık bireylere, fikirlere saygılı ve gerçekten kendimizi ait hissettiğimiz bir mimarlık ofisi. Yani sanki bir yerde çalışmıyor da kendi işimizi yapıyor gibiyiz. Burada projeler ortak akıl ile yapılıyor. İstediğiniz fikri söyleyebilir, tartışabilir, çarpıştırabilir ve sonunda en doğruya ulaşabilirsiniz. Bu arada çoğunlukla da benzer yorumlarda bulunuyoruz. Bir yerden sonra dil aynılaşıyor sanırım.
Projenin büyüklüğüne göre herkesin sorumlu olduğu bir proje oluyor ve onu şantiyedeki uygulamasına kadar takip ediyor. Bazen projenin büyüklüğüne göre 2-3 kişi birleşerek o anki iş durumuna göre birlikte yürütüyoruz. Hakan Bey de tüm projelerle ilgilenip bizi yönlendiriyor. Projenin işleyişiyle ilgili sorunların yanı sıra insan ilişkilerinde de beklemediğiniz durumlarla karşılaşabiliyorsunuz. O noktada arkanızdaki ekip daha rahat karar vermenizi ve daha güvenli davranmanızı sağlıyor. Bir yapılan proje vardır, bir de uygulanan. O bütünlüğün bu şekilde ortaya çıktığını düşünüyorum. Bir projeyi başından beri siz hayal edip tasarlamışsanız, şantiyede onu sizden iyi kimse bilemez. Dolayısıyla projeyi yapan kişi uygulamanın da mutlaka içinde olmalı. Ofis ve şantiye çok farklı iki dünya. Ama uygulamayı görmek ve içinde bulunup yönetmek çok keyifli.
Şu anda ofiste mevcut olan ilişkilerin tesadüf olmadığını düşünüyorum. Hakan Bey ekip çalışmasına çok önem veriyor. Onun tavrı ve yaklaşımı çalışanları da etkiliyor. Mimarlık ofislerinde genelde kararları patron(lar) alırken, Hakan Bey bize de yetki veriyor ve kendimizi hep sürecin içinde buluyoruz. Birçok şeyi bize bırakıyor. Öte yandan ne zaman ihtiyacımız olsa, hem proje aşamasında hem şantiyede kendisinden sonsuz yararlanacağımız şekilde bize geri dönüş yapıyor. Sorumluluk bizde olsa bu hiçbir zaman soru işaretleri yaratmıyor. Çünkü arkamızda her zaman her konuda danışabileceğimiz biri var. Dolayısıyla işimizi benimsememizde Hakan Bey’in inanılmaz etkisi olduğunu söyleyebilirim.