Halihazırda üzerinde çalıştığınız projeler neler?
ÖSB: Gündemimizde Dışişleri Bakanlığı için hazırlamakta olduğumuz Yemen Türk Büyükelçiliği Binası var. Bu projeyi de Didem (Durakbaşa) ve Rahmi (Uysalkan) ile birlikte geliştiriyoruz. Çok keyifli bir iş, ama Yemen'deki isyan dalgalarının projeye nasıl etki edeceğini bilemiyoruz.
Antalya Gazipaşa yarışması kapsamında gerçekleştirilecek olan belediye tesisleri ve park kompleksi projemize devam ediyoruz.
Erzincan'da, 30 haneli Armağan Köyü'nde, 200 metrekarelik bir dağ evi projemiz var.
Erzincan'da dağ evi
Bunun yanı sıra Rahmi ve Didem'le birlikte, Venezüella hükümeti için geliştirdiğimiz 52 bin nüfuslu sürdürülebilir kent konsept projesine devam ediyoruz.
Venezüella hükümeti size nasıl ulaştı?
ÖSB: Türkiye'de çok bilinen bir inşaat firması bu tür iş geliştirme konularında çalışıyor. Yarışmalardan kaynaklanan seri fikir ve proje üretebilme özelliğimizden ötürü de bizimle çalışmak istediler.
Venezüella'nın Türkiye'den çok farklı bir sosyal ve siyasi yapısı var. Ekip olarak bu projeye nasıl hazırlandınız?
ÖSB: Venezüella'nın gerçekten de alışık olmadığımız bir siyasi ve sosyal yapısı var. Planlayacağımız 52 bin nüfuslu kentin kendi kendine yetebilmesi ve tamamen sürdürülebilirlik üzerinden hareket eden bir kent kurgusu olması istendi. O güne dek sürdürülebilirlik ve ekoloji ile ilgili öğrendiklerinizin yanında, Venezüellaların talep ettikleri sürdürülebilirliğin bambaşka bir şey olduğunu gördük. Kentli, tarımsal faaliyetlerini 35 metrekarelik bahçesinde yapacak, bir şeyler yetiştirecek, hayvancılık yapacak, asfalt bütün yolların yalnızca % 30'unu kaplayacak, geri kalanı ise toprak olacak. Motorlu taşıtlar yerine at arabası ya da kağnı kullanacak.
Venezüella için geliştirilen eko-kent konseptli proje
Ve bu yerleşimden "kent" olarak bahsediyorlar…
ÖSB: Köy-kent denilebilir. Tamamen bizim konfor anlayışımızın dışında bir kurgu. Aslında benim çok sevebileceğim bir hayat tarzı (gülüyor).
OB: Bizde de 1970'lerde düşünülmüş ancak etkin olarak uygulamaya geçirilememiş köy-kent anlayışına çok benzeyen bir yaklaşım. İlk birkaç günümüzü Venezuella'dan gelen uzmanla birlikte, onların bu çalışmadan ne beklediklerini anlamakla geçirdik. Daha sonra oturduk ve çok kısa sürede kavramsal bir proje ürettik.
ÖSB: Bu işi Rahmi'nin önderliğinde yaptık. Venezüella'dan eko-kent konusunda uzman bir şehir plancısı yolladılar. Bir hafta boyunca bize oradaki koşulları ve projeden beklentilerini anlattı.
OB: Daha önce bu projenin bir bölümü için İranlı bir çalışma grubuna bazı tanımlamalar yapmışlar ve ortaya çıkan proje, modellenmiş Ferrari'leri, cadde üzerinde büyük alışveriş merkezlerini vs içeriyormuş. Onlar da, "Hayır, biz bunu istemiyoruz, at arabası istiyoruz" diye karşı çıkmışlar.
Bize bu işi veren firmanın yetkilisi Venezüella'ya gittiğinde Hugo Chavez ile doğrudan görüşme fırsatı bulmuş. Aslında bir afet nedeniyle yeni bir yerleşim alanı oluşturmaya çalışıyorlar. Kıyıda, daha önce petrol çekilen bölgelerde bazı göçükler oluşunca deniz içeriye girmiş ve sel baskınları nedeniyle bölge yaşanmaz hale gelmiş. Çalışmanın ana fikri de, burada yaşayanları demiryolu boyunca daha iç bölgelere taşımak.
Sel baskını sonrasında insanlar evsiz kalınca Chavez; "Afetzedeler öncelikle kamu yapılarında barındırılacak, başkanlık konutu da bir kamu yapısıdır" diyor. Firma yetkilileri oraya gittiklerinde bahçede çamaşırların asılı olduğunu, kadınların ve küçük çocukların etrafta koşturduğunu görüyorlar ve Chavez onlara; "Halimizi görüyorsunuz, bizi bu durumdan kurtarın" diyor. Böyle şeylerin halen yaşanabiliyor olması çok hoşumuza gitti açıkçası.
Hele ki yardım istedikleri ülke Türkiye olunca…
ÖSB: Bu çok önemli bir nokta. Çünkü inşaatta çok hızlı ve iyiyiz. Metrekare olarak Amerika'dan sonra dünyada en çok inşaat yapan ikinci ülkeyiz.
Tabi onlar da nasıl bir program istediklerini önceden çizmişlerdi…
ÖSB: Zaten bizim yaşadığımız hayatın içerisinden onları anlamak mümkün değil. Bölgeyle ilgili tüm bu bilgiler hap gibi verildi ama biz bunları şeklen anladık.
Televizyonlarda hep; "evrende başka hayatlar var mı, nasıl yaşıyorlar" diye tartışılır ya; var zaten. Bence Venezüella başka bir gezegen gibi. Orada yaşayan insanlar gerçekten o kadar farklılar ki, bize göre uzaylılar bir anlamda. Toplumu organize ediş biçimleri bile a'dan z'ye farklı.
OB: Tarımsal üretimi asla bir kenara bırakmıyorlar. Çok şanslı bir coğrafyada, dört mevsim 24 derece civarında bir sıcaklık, yüksek nem oranı ve yemyeşil bir doğa var. Bundan maksimum oranda yararlanmayı gözetiyorlar. Elli yıllık bir gelecekte artık fosil yakıtlara ihtiyacın kalmayacağı varsayılabilir. Venezuellalıların en büyük gelir kaynağı ise petrol. Gün gelip o gelirler ortadan kalktığında, diğer sektörlerde yoğunlaşma ve gelişme yaşanıyor olması lazım. Bunu sağlamaya çalışıyorlar. Ama bir yandan bunun gerçekleşememiş olma ihtimalini de düşünerek, her ailenin kendi asgari ihtiyacını kendisinin karşılayabileceği, toprakla bağını koparmadan yaşayabileceği çalışmalar yapıyorlar. Bir aile için ortalama 30-40 metrekarelik bir alanın ekilip biçilmesi yeterli oluyor. Kendi yakınlarına ait bahçelerde yetişen diğer ürünleri takas edebilme olanakları da var.
ÖSB: Bu projeden benim anladığım şu: Konfor kriterleri değiştiğinde nelerin ne kadar hızlı dönüşebileceğini görüyorsunuz. Şu anda bizim yaşadığımız hayatla ve tükettiklerimizle karşılaştırıldığında, bu insanlar 35 metrekarelik bir bahçeyle hayatlarını sürdürebiliyor. Biz ise otomobile, benzine, elektriğe, doğalgaza o kadar bağımlıyız ki... Oysa başka bir noktada başka hayatlar var ve bambaşka şeylerle biçimleniyor. Sizin tükettiğinizin onda birini tüketiyor ve sizden belki on kat daha mutlu.
OB: Bizim yaşam ortamımızla diğer yerleşimler arasında, asgari ihtiyaçların tanımlanmasıyla ilgili çok büyük farklar var. Bir yerde sağlıklı beslenmek ve barınabilmek yeterliyken, diğer yerde kentsel yaşam örüntüsünün ve insan ilişkilerinin karmaşıklaşması nedeniyle onları elde etmek için harcadığınız zaman ve bedeller daha da çok artıyor. Tabi bu, haleti ruhiyelerimize de olumsuz biçimde yansıyor. Stres yaşıyor ve sonra bununla başa çıkmaya çalışıyoruz. Sahip olduklarımızla kendimizi tutsaklaştırma durumumuz azaldıkça, huzur bulma şansımız biraz daha artıyor gibi geliyor bana.
ÖSB: Ne kadar talepkarsanız mutsuz olma olasılığınız da o kadar yüksek. Bazen bilgisayarlarımızı, yazıcılarımızı alıp köye gitsek orada çalışsak diye düşünmüyor değiliz (gülüyor).
İstanbul ölçeği göz önünde bulundurulduğunda gayet insancıl bir ortamda çalışıyorsunuz yine de.
OB: Burayı sessizliği için seviyoruz. Sitenin ortasında küçük bir yeşil alanımız var. Oraya gidip dinlenebiliyoruz. Otopark sorunumuz ve trafikle ilgili sıkıntımız yok. Bunlar İstanbul'da önemli avantajlar. Tabi Göksu Deresi'nin yanı başında bir ofise ve hep özlediğimiz denizle bir bağımızın olmasına da itirazımız olmazdı (gülüyor).