"Admiral Building at Canal Front"
Belçika ve Türkiye'deki mimarlık üretim pratiklerini bizim için kıyaslayabilir misiniz? Yerel yönetimler ile ilişkiler, imar kanunları ve mimar-müşteri diyalogları açısından bu iki ülkede gözlemlediğiniz yaklaşım ve anlayış farklılıkları nelerdir?
Her Avrupa ülkesinin mimarlık pratiklerinin şehircilik politikası veya bakanlıklarının, idari organlarının ve organizasyonların çalışma şekli daha değişiklik olabiliyor. Tabi bir çok ülkede çalıştığım için bu farklılıkları görebiliyorum. Fakat daha genel olarak konuşmak gerekirse, genellikle Avrupa'da, ve tabi Belçika'da, şehircilik kanunları oldukça kesin; belirsizlikte kalan az şey var. Büyük projelerde tabi bazen belirsizlikler olabiliyor; orada da yerel planlar yapılıyor. Yani kanunlar Türkiye'ye nazaran çok daha sıkı! Diğer yandan Brüksel'de çok yönlü kararlar veriliyor. Yani her inşaat izninin verilmesi sürecine çeşitli sivil kuruluşlar katılıyor. Bazen 5-6, hatta 7 kuruluş olabiliyor. Mimari kanunlara uymanızın dışında da hakikaten toplumsal onay almanız gerekiyor. İzinler uzun sürüyor, fakat bu süreçten sonra bütün sorumluluk mimara bırakılıyor. Kanunlara göre mimarın çok büyük bir yetkisi ve sorumluluğu olduğu gibi, bir saygınlığı da var. İşte Türkiye'de bilhassa bu yok. Mimara yeterince önem verilmediği gibi, bir mimar da sorumluluklarını inşaat teknikerine veya inşaat mimarına bırakabiliyor. Mesela bu Avrupa'da yok, projenin başından sonuna kadar olan tüm süreçte mimarın sorumluluğu alması gerekiyor. İnşaat kısmını başka bir inşaat mimarına bıraktığımız çok enderdir. Bir diğer farklılık ise, Avrupa'da tekrar tekrar üretilen projelerin olmaması… Aynı binadan 20 tane yapılmıyor. Ayrıca sadece bir kere mimari ücret ödemek gibi şartlar yok.
VIZZION Architects'in Brüksel'deki merkez ofisinden...
Mimarlar, Avrupa'da çok daha iyi korundukları gibi, Türkiye'deki mimarlardan çok daha iyi ücret alıyorlar. Bu sayede de ona göre ekip geliştirebiliyorlar, ekiplerinin diğer ülkelerin yapılarını görmelerine ve inceleyebilmelerine olanak sağlayabiliyorlar. Yani kendilerine örnek teşkil eden yerleri gezebiliyorlar. Türkiye'deki mimari imkanlarla bunu gerçekleştirmek ise çok zor. Bence en büyük fark, ücret yönünden ve bir de saygınlıktan kaynaklanıyor tabi ki…
"Çevresi ve tarihinden ilham alan, kendi kültürel kimliği olan" yapılar ortaya koymak istediğinizi belirtiyorsunuz. Belçika ve Türkiye için gerçekleştirdiğiniz, önerdiğiniz projelerde bu anlamda ne gibi "kültürel" farklılıkları gözetiyorsunuz? Örnekleyebilir misiniz?
Okul yıllarından beri savunduğum şehircilik sistemi, şehirciliğin bir moda olamayacağı yönünde… Yeni fikirleri de buna dahil ederek şehirciliğin, yavaş yavaş kendini geliştirebilen bir çerçevede düşünülebileceğini iddia ettik ve bunu savunduk. Bunların tek yönlü, beynelmilel şehircilik ve mimari anlayışıyla, tek düzeyde gelişmemesi için çok mücadele verdik. Bu da Avrupa kültürünün bertaraf edilmemesi ve kaybolmaması için Avrupa'nın zengin şehircilik anlayışını koruyabilmeyi gerektiriyor. Yani her şehrin, her bölgenin kendine has özellikleri olduğu gibi, kendi içinde barındırdığı orijinallikleri mevcut…
VIZZION Yönetim Merkezi.
Bir de estetik açıdan hiçbir zaman eski binaların kopyası olsun istemedik. Çünkü her neslin de bir yaratıcılığının olması lazım! Aynı zamanda bulunduğu yöreyi yansıtmasını istedik. Böylelikle bulunduğu yörenin tarihi ve geleneksel mimarisine sadık kalarak, şehrin dokusunu bozmadan ona yeni boyutlar verebilen, yaratıcı ve aynı zamanda geçmişine duyarlı bir mimari stil yarattık. Bunların içinden konu ve yöreyle ilgili en iyi tarihi örnekleri seçip, onun çerçevesinde güncel mimari yapabilmek gerektiğine inanıyorum.
Öbür türlü gayrimenkul fuarlarında gördüğümüz projeler dünyanın herhangi bir ülkesinde de olabilir gibi geliyor. Bence bu bilhassa Avrupalı kültür için sakıncalı bir durum yaratıyor. Çünkü Avrupa'nın çok zengin bir şehircilik tarihi ve çok güzel özellikleri var. Bir bölgeden diğer bir bölgeye milyonlarca turist o yapıları görmeye gidiyor. Bunu niçin bozalım ve niçin beynelmilel tek düze bir yaklaşımla sadece günlük ihtiyaçlarımıza cevap verebiliyor olalım? Buna inanmadığımız yörenin tarihine ve geçmişine duyarlı, şehir dokusunu koruyan güncel mimari tasarımlar gerçekleştiriyoruz.
Brüksel'de bulunan kalabalık bir ofisiniz var. Kentin, Avrupa'nın orta yerinde olduğu ve kozmopolit bir yapıya sahip olduğu düşünüldüğünde, çalışanlarınızın da çeşitlilik içeren bir demografisi olduğunu tahmin ediyorum. Bu durumun, ofisinizde üretilen projeler katkı sağladığına inanıyor musunuz?
Atelier D'Art Urbain, yani şimdiki ismiyle VIZZION Architects'in yaklaşımı oldukça belirgin olduğu için, her ne kadar çok değerli ekip arkadaşlarıyla çalışıyorsak da, genellikle bu akıma uymaları ve akımı kabullenmeleri veya sevmiş olmaları niteliğini gözetiyoruz. Genellikle büromuzda uzun süre kalanlar veya gelip çalışmak isteyenler, ne yaptığımızı çok iyi bildikleri için, büyük bir şevkle, istekle veya bilinçle geliyorlar –ki bizim çalışmalarımız da onu gösteriyor.
Bir dönem büroda 180 kişi çalışıyordu ve 30'dan fazla tabiiyet vardı. Bunun içerisinde İngiliz, Fransız, Belçikalı olduğu gibi Şililisi, Letonyalısı, Hollandalısı, İtalyan, İspanyol, Katalan, Yunan, Polonyalı ve tabii ki Türk arkadaşlarımız da vardı. Zaten insanlar böyle özelliklerden gelince, yerel mimariye hepsinin hevesi oluyor. Çünkü kültürün, kültür değişikliğinin ve kıymetinin ne olduğunu biliyorlar diye düşünüyorum. Sanıyorum ki bundan sonra da böyle demografik çeşitlilik içeren, çok uluslu bir şirket olarak devam edeceğiz.