Kamusal alan çalışmalarınız var. Örneğin, Beylikdüzü için yaptığınız kamusal alan projesi nasıl başladı? Günümüz koşullarında kamusal alan çalışmalarını İstanbul ölçeğinde nasıl değerlendiriyorsunuz?
MŞ: Kamusal alan çok kıymetli, benim yüksek lisans tezim de kamusal alan üzerineydi. Türkiye’de herkes “kamusal alan” üzerine konuşuyor ama bir türlü bu konu üzerinde üretime geçilmiyor. Kamusal alan bizim ülkemizde genellikle kamunun elinde şekillenen bir kavram olarak algılanır, oysa ki öyle olmak zorunda değil. Özel teşebbüsler de bu kavramı destekleyicisi olmak zorunda. Ama öncelikli olarak ‘kamu’ kurumlarının bu bağlamda iş üretmesi gerekiyor. Bir katarizör gibi... Bu önyargıyı kırmak için ilk önce kamu kurumları ile çalışmak gerekiyor.
Bir genelleme yapmak gerekirse mimarlar, belli bir bütçe dahilinde kalındığından kamu/yerel kurumlarla çalışmayı pek istemezler. Haksız da sayılmazlar çünkü üretimi gerçekleşecek ‘ürünün’, ’yapının’ fonksiyonu, gereksimi, boyutu fark etmeksizin ücret aralığı belirli kıstaslar içinde kalır ve sarf ettikleri emeğin karşılığını alamayacakları/alamadıklarını düşünürler. PDG Mimarlar olarak en başından beri, olabildiğince kamu projelerinde yer almaya çalıştık. Hatta kendi içimizde bir denklem bile kurduk. Her ‘özel sektör’ işimizin karşılığında bir ‘kamu’ işini ofis içinde bulundurmaya çalıştık. Mekansal konfordan yoksun, hep eleştirdiğimiz bu yerler için bir söz söylemek istedik. Beylikdüzü Belediyesi için tasarladığımız Cumhuriyet Caddesi Kentsel Tasarım Projesi de bunlardan biriydi.
Beylikdüzü’nde Cumhuriyet Caddesi üzerinde yer alan bu proje, güzel tepkiler aldı. Turgut Cansever Mimarlık Ödülleri'nde Jüri Ödülü'nü alarak bize de ilk yapı ödülümüzü getirdi, hem de ortaklığımızın ilk yılında. Orada kamusal alan sorgusunu; açık müze, yayanın sürekliliği ile konforu, araç ve yaya trafiğinin ayrılması üzerinden tasarımı şekillendirdik. Ulaşım sorunu dediğimizde bizim aklımıza ilk önce taşıt ulaşımı gelir. Aslında yayalar da, bisikletler de, motorsuz taşıtlar da ulaşımın ana aktörlerindendir. Biz orada bu 3 farklı ulaşım aktörünü ayrı ayrı ele aldık ve sıralamada yayayı öne koyduk. Önem sıralamasında önce yaya sonra bisiklet en son da araç ulaşımı geliyor. Belki de işin başarılı olmasındaki hikaye buydu. Sonrasında kamusal alan içerisinde o gördüğümüz, derme çatma, hepimizin nefret ettiği küçük birimleri bir tasarım öğesi halinde düşünüp, o süreklilik içerisinde modüler bir sistemle dağıttık. Tek bir yapı için bir hacim oluşturmak yerine, süreklilikte küçük parçalar haline dönüştürdük. Mevcut yoğun ağaç dokusu içerisine onlara zarar vermeden böylece dahil olabildik. Ayrıca kiosk yapısı için betornarme bir temel yapmak yerine ağaç kökleri düşünerek için ahşap kütükleri çift tarafa mütemadi temel olarak kullandık. Bence bu gibi küçük ama hassas davranılan detaylar nedeniyle başarılı oldu diye düşünüyorum.