Peki son olarak genç mimarlara, mimar adaylarına, bu mesleği tercih edeceklere neler söylemek isterseniz?
MŞ: Genç mimarlar için ben bir umut kaynağı olabilirim. Dördüncü sınıfa kadar mimar olmayı bile düşünmüyordum, çok da kötü bir öğrenciydim sanırım. Hatta beraber proje aldığım arkadaşlarımın çoğu benim nasıl bu kadar “mimar mimar” olduğum kısmını hala sorgular; ben bile sorguluyorum. Genellikle okul döneminde iyi proje yapan birisinin iyi mimar olabileceği düşünülüyor, aslında böyle bir kabul yok. Mimarlıkta siz kendinizi ne kadar geliştirirseniz, varacağınız noktanın o kadar ucu açık.
Mezun olacağım dönem hocamlarım benim bir yarışmaya girmem konusunda oldukça yönlendirici oldu, yarışmadan da ödül geldi, çok keyifli oldu. Bir yarışmaya daha girdim, yine ödül aldım. Sonra Yıldız Teknik Üniversitesi Davutpaşa Kampüsü için bir yarışma açtı, oradan da ödül aldım. Sonunda bu işin keyifli olduğunu düşünmeye başladım. Öyle öyle bugünlere geldim. O yüzden her şey öğrenci arkadaşların elinde.
Genellikle hangi programları kullanmalıyız sorusu çok sık geliyor. Programlar aptaldır, akıllı olan insandır. Tasarımı programlar yapmaz, mimar yapar. Bakın, her an, bir şeyler karalayabilmek için eskiz kağıdı masamda duruyor. Her zaman kendi kendinize yetebilmelisiniz. Bir sunum için gerekli tüm programları kullanmasını bilirim. Ofiste, bir kişi bile kalmasa ben kendi başıma o işin sunumunu yapabilirim. Ama bir yandan da modern dünyada mimarlık tek başına yapılabilecek bir meslek olmaktan çıktı. Bizim tasarımlarımızın karakterini, iyiliğini, kötülüğünü ya da sürekliliğini oluşturan da bizle beraber ekibimizdir. Biraz önce konuştuğumuz Ayhan Öçkaç var, onun yeri hep ayrıdır. Selda Süzgün var mesela, çoğu projeye teması olmuştur. Ofisin hafızasıdır diyebilirim. Yani ekipteki herkesin ben de dahil olmak üzere aslında birbirini tamamlayıcı özellikleri olmak zorunda. Eğer bunu yapabilirseniz, arkanızda güçlü bir ekip varsa yaptığınız işlerin kalitesi de artar. Bu yüzden ekip arkadaşlarıma (Geçmişte katkı sunmuş, şu an sunan...) ayrı ayrı teşekkür ederim.
Bir de sanırım her yaz karşılaştığımız ‘staj’ çıkmazı var. Her sene düzenli olarak öğrenci arkadaşlara ofiste yer veremiyoruz maalesef. Çünkü ofiste çalışabilecek kişi sayısı belli ve çoğu zaman boş yerimiz olmuyor. Ama olduğunda (Bu sene gibi) portfolyo ve CV üzerinden staj alımlarını yapmıyoruz, bunu çok saçma da buluyorum. Öğrenci arkadaşlara bunu yapmıyor olmamız lazım. Onları çalıştırmak ya da bir işin hammaliyesini yaptırmak için buraya çağırmıyoruz. Mimarlık adına bir şeyler kapsınlar istiyorum. Ve portfolyo ve CV ile bir adım önde olduğuna inandığımız birisine zaman ayırmak yerine ‘mimarlık’ için çaba sarf edecek ‘herhangi’ birinin yaşamına dokunma fikri bende ağır basıyor. Bu sene başvuru koşullarını sabit tutarak, kura ile stajerlerimizi belirledik mesela.
Eğitim sürecinde biz mimarlara bu egosantrik durum aşılanıyor. Küçük haplar halinde 4 yıl boyunca bize proje süreçlerinde her şeyi yapmaya muktedir olduğumuz öğretiliyor.
MŞ: O haplardan ben de kullanmadım mı? Kullandım tabii… Ego’su olmayan mimar yoktur. Egosunu gösteren, göstermeyen vardır. ‘Ego’ bir mimar için hem bir çıkmaz sokak hem de bir çıkış kapısı. Ego da bir duygu bütünlüğü aslında, bunu kontrol etmek çok da zor değil. İstemekle alakalı sanki. Dizginler sizin elinizdeyse tasarım da, ego da sizin elinizdedir. Bunların hepsi bir bütün. Karşı tarafa kendimizi nasıl yansıtmak istiyorsak öyle davranıyoruz gibi geliyor.