Mimarlık çalışmalarınızın yanında bir de sanatsal üretimleriniz var.
Evet, Pratt’teyken heykel atölyelerine katılıyordum. Williamsburg’deki kampüsün bahçesinde inanılmaz güzellikte büyük ölçekli heykeller vardır. Oradayken, arkanızda maketini gördüğünüz kırmızı Mir’i tasarlamıştım. Yıllar yıllar sonra Türkiye’ye dönüp ofisimi kurduktan sonra, Tahincioğlu’nun Nidakule Göztepe projesindeki ortak alanları tasarlarken, lobi renderlarında Mir’i kullandım. Aynı zamanda koleksiyoner olan Özcan Bey, bu heykel kimin diye sorunca, benim olduğunu söyledim. Halbuki onu öylesine koymuştum, yapılacağı hiç aklıma gelmemişti. Tamam dedi ve heykeli yaptırdılar. Hâlâ Nida Kule Göztepe’nin lobisinde duruyor.
Sonrasında Galeri Merkür’ün kurucusu Sabiha Kurtulmuş’la buluştuğumuz bir gün, “Senin Mir adlı bir heykelin vardı, Contemporary Istanbul’a bir şey yapmak ister misin?” dedi. Hep heykellerle ilgili eskizler yaparım, o sırada Bled diye bir heykel tasarlıyordum. Onu çok beğendi ve Contemporary Istanbul’da sergiledik. Şu an belediyelerle birlikte kent heykelleri üzerine çalışmalar yapıyoruz. Ben de özellikle bu alanda çalışmak istiyorum. Ayrıca kendisiyle sanatla alanında bir ortaklık kurduk, Ekim’de bunun tanıtımını yapacağız. Dolayısıyla şimdi ikinci bir mesleğim olmuş oldu. Önümüzdeki yıl bununla ilgili daha çok çalışıyor olacağız.
"Daha fazla proje yapmak, daha fazla çalışmak ve üretmek istiyorum"
Gelecekle ilgili planlarınızdan biraz bahsettik, yeni bir sanat girişiminin içindesiniz. Başka ne gibi planlarınız var?
Daha fazla proje yapmak, daha fazla çalışmak ve üretmek istiyorum. Yani kişisel mutluluğum için kendime dilediğim şeyler bunlar.
Hangi projeler sizi daha mutlu ediyor?
Kamusal alanlar. Yani bir konut bloğu yapıyoruz ama daha geniş tabana yayılmış, daha fazla trafiği içinde barındıran, daha kompleks yapılar yapmak istiyorum. Çeşitli sebeplerle insanları bir araya getiren yapılar yapmak istiyorum. Bunun için sebep üretmek istiyorum. Sanat, ticaret, eğlence, spor, bütün bunların içinde olabileceği mekanlar yapmak istiyorum.
Bir de yelken tutkunuz var...
Evet, yelken herhalde kendime yaptığım en büyük iyiliktir. Yelken dışında satranç da benim için vazgeçilmez bir tutku. Bunları yapmaktan mutluyum. Yelkense az önce bahsettiğim sanat girişimiyle birlikte emeklilik projem.
İstanbul’da yapması en keyifli sporlardan birisi bu olsa gerek...
İstanbul’a dair bir sürü şey söyleniyor ama bence iyiye giden şeyler de var. Metronun yaygınlaşmış olması gibi. Marmaray ve Avrasya tüneli hem zaman kazandırıyor hem nefes almayı kolaylaştırıyor. Umarım şimdi sıra deniz trafiğine gelmiştir. Denizde de bu iş çözülürse hakikaten insanın kenti deneyimleme süreci değişecek. Kabataş’taki projenin –şekli şemali tartışmadan fonksiyonel olarak değerlendiriyorum- bu açığı kapatacağını umuyorum. İstanbul’un kıymetli bir kıyı şeridi var ama kıyıdan uzaklaştıkça da değerlenen başka merkezlere sahip. Tüm bunlar metro ile beslenebildiği takdirde hakikaten keyifli olacak. Mesela Beylikdüzü’nden Moda’ya gelen gençler var. Bazı Modalılar bundan şikayetçi ama ben çok mutlu oluyorum. Demek ki Beylikdüzü’nde o kadar bir şey yok ki birkaç saatini harcayıp buraya geliyor ama burada mutlu. Demek ki diğer semtlerde de bu tür alanlar yaratmak lazım. Bunların düşünülmesi gerek. Bunu düşünmek de mimarın işi değil aslında. Dediğim gibi belediyeler ve üniversiteler bir arada çalışmalı ve bunun yolu açılmalı. İnşallah da olur. Ama gayrimenkul sektöründeki bu durgunluk başka çözümler getirecek büyük ihtimalle.
Uzun vadede kentin ve bizim sürecimizin iyi olacağından eminim. Herkes üzerine düşeni yaptığı ve gereken sorumlulukları aldığı sürece iyiye gitmemesi mümkün değil.
Söyleşi için de çok teşekkür ederim, sevgiler...