Mehmet Alper ile Cibali tütün ve Sigara Fabrikası'ndan Kadir Has Üniversitesi'ne

03 Nisan 2008

Kırım Savaşı'ndan gırtlağına kadar borçla çıkan Osmanlı Devleti, tarihinde ilk kez dış borçlanmaya gider. Savaş harcamalarının üzerine dış borç yükleri de eklendikçe, Avrupa sermayesine bağımlı olmak kaçınılmazdır artık. Bundan sonrasını, Cibali Tütün ve Sigara Fabrikası'nın Kadir Has Üniversitesi'ne dönüşümünü gerçekleştiren Y.Mimar-Restoratör Dr. Mehmet Alper, çalışmanın tanıtım kitapçığında şöyle anlatıyor;

"Avrupa sermayesine tutsaklığın en önemli sonuçlarından biri de devletin tütün tekelinden elde ettiği gelirler üzerinde olur. Devlet borçlarına karşılık olarak tütün tekel imtiyazı, 1876 yılında Galata bankerlerine, 1880 yılında ise ‘Duyunu Umumiye İdaresi'ne bırakılır. Bu düzenlemeler geliri arttırmayınca, Osmanlı sınırları içinde tütün alım ve rüsumlarını toplama, tütün fabrikası açma imtiyazı 30 yıl süre ile yıllığı 750,000 altına Osmanlı Bankası, Viyana'da Credit Anstalt ile Berlin'de banker Blaynrud şirketlerinden kurulu ‘Müşterek-ül Menfa İnhisar-ı Duhan-ı Aliye-i Osmaniye' veya ‘Reji Şirketi'ne verilir. Cibali Tütün ve Sigara Fabrikası da tütün mamülleri üretmek amacıyla 1884 yılından başlayarak reji şirketinin binası olarak inşa edilir. Reji şirketi tütün tekelini 1923 yılına kadar elinde tutar. 1924 yılında ise tüm imtiyazlar kaldırılır ve Cumhuriyet Hükümeti'ne devredilir."

1946'da ilk yerli puro,1959'da Samsun adıyla ilk filtreli sigara üretimi gibi pek çok ilke mekan olan Cibali Tütün ve Sigara Fabrikası'nın, Kadir Has Üniversitesi'ne dönüşüm sürecini Mehmet Alper ile konuştuk.

Cibali Tütün ve Sigara Fabrikası'nın, Kadir Has Üniversitesi'ne dönüşüm süreci nasıl başladı?

Cibali Tütün ve Sigara Fabrikası'nın, Kadir Has Üniversitesi'ne dönüşümü 1997 yılında başladı. 1995 yılına kadar sigara üretimine devam eden fabrika, 1995 yılında eski teknolojisinden dolayı tekrar renove edilmemek üzere kapatıldı. Binanın konumu, boyutları, strüktürü ve mimarisi nedeniyle, pek çok kurum ve firma binaya talip oldu; Fatih Belediyesi, belediye binası yapmak için, Mimar Sinan Üniversitesi ek bina olarak kullanmak için yapıyı istedi. Fakat Kadir Has'ın, dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile olan yakın ilişkileri ve binanın eğitim hizmeti verebilecek şekilde yeniden kullanıma karar verilmesi nedeniyle, yapı bize verildi.

Eğitim işlevinin, bu bina için doğru bir işlev olduğunu düşünüyorum. En başından beri de, birkorumacı mimar olarak, binanın turizm merkezi ya da otel olarak işlevlendirildiği takdirde çok yorulacağını savunuyordum. Kaldı ki, binayı isteyen diğer kurumlar, bina için Has Vakfı'nın yaptığı harcamayı yapamazdı.

Dolayısıyla biz, binayı yormadan, yapının işleve egemen olduğu bir restorasyon çalışması yürüttük. Bu çalışmanın sonucunda da bina bütün güzelliğiyle ortaya çıktı.




Yapının mimari özelliklerini biraz bahseder misiniz?

Yapının inşasına 1876 yılında başlanmış. Yapının mimarının Hovsep Aznavur olduğu düşünülüyordu fakat La Turki dergisinin 20 Nisan 1876 tarihli sayısında, binanın mimarı olarak Alexandre Vallaury'nin adı geçiyor.

Cibali Tütün ve Sigara Fabrikası, bir anlamda dönemin yapı ve yapım tekniklerinin yansımalarını taşıyor. Yapının mekan ve kütle boyutları, neoklasik mimari üslubu, klasik dönem yapı sanatından ayrılarak dönemin ilginç bir örneğini oluşturuyor aslında.

Yapıda sanayi dönemi sonrasında batılı devletlerde kullanılan tuğla, demir, döküm taşıyıcı kolanlar ve cam gibi yapı malzemeleri kullanılmış. Çatı örtüsündeki özgün Marsilya kiremitleri, pik döküm kolonları ve döşemelerde kullanılan INP çelik putreller Fransa'dan getirilmiş. Kırık olan kiremitleri ayırdık ama sağlam olanları tek tek temizleterek ön cephede kullandık.




Restorasyon çalışması öncesindeki incelemelerde binada nasıl bozulmalar tespit etmiştiniz?

120 yaşındaki yapı, 17 Ağustos ile 12 Kasım depremleri gibi şiddetli depremler geçirmişti. Özellikle zemin katta ve birinci katta bunlardan kaynaklanan bünyesel bozulmaların olduğunu gördük. Kapı ve pencere üzeri kemerlerde kısmi çatlaklar, pencereler arası taşıyıcı duvarlarda basınç çatlakları vardı. Zaman içinde yapıda oluşan farklı oturmalar nedeniyle strüktürel bozulmalar olmuştu. Kullanılan yapı malzemesinin bünyesel özelliklerini yitirmiş, yığma tuğla duvar ve çeliş konstrüksiyon döşeme sisteminin birlikte kullanılması, zayıf köşe ve kat bağlantıları kırılmalara neden olmuştu.
 

Binanın yeniden işlevlendirilmesi sırasında ne gibi müdahalelerde bulundunuz?

Elimizde, binanın yapıldığı günden itibaren çekilmiş fotoğrafları vardı. Eski fotoğraflardan da yardım alarak binayı orijinal haline getirdik. Restorasyon felsefesi olarak, hiç bir zaman binanın strüktürüne, taşıyıcı malzemesine, özgün duvarlarına ve mekansal yapısına dokunmayan bir felsefe benimsedik. Sadece, aralarda hafif bölüntülerle binayı bir eğitim yapısına dönüştürdük.

Öncelikle yapının yapıldığı dönemin üslup, malzeme ve teknik özelliklerini taşıyan bölümlerini; tesisin ilk yapıları ve en eski bölümleri olan kütüphanenin ve konferans salonunu koruduk. Binanın taşıyıcı sistemi ahşaptan çeliğe dönüştürdük. Orta bölümün üzerine 1950'den sonra bir kat atılmıştı. O katı söktük ve tekrar binayı eski kimliğine kavuşturduk.

Çelik ve tuğla karışımı bir strüktürü olan yığma bir binadan söz ediyoruz. Duvarları depremde çok tahrip olan bu yapıyı, depreme karışı da güçlendirdik. Yani bir taraftan yapıya strüktürel bir takviye yaparken diğer taraftan da binayı uygun bir işlevle renove ettik.

Biz, binada ne bulursak korumaya çalıştık. Hatta bulduğumuz bir iki cam kiremiti, bugünkü teknolojiye cevap veremeyen elektrik sayaçlarını ve bunlar gibi bir kaç malzemeleri holümüzde sergiledik.


Dönüşüm sürecinde sizi zorlayan şeyler oldu mu?

Has ailesine, özellikle Kadir Has'a müteşekkirim bu noktada. Beni hiçbir zaman zorlamadılar. Bana sadece YÖK'ün "olması gereken dört fakülte koşulunu" ve onların fiziki ihtiyaçlarının söylediler. Onun dışında her şeyi kendim geliştirdim. Tarih ve kültür adına ne bulduysam korudum, yapıyı korudum.

Yangın söndürme sisteminden tutun da arıtma tesisine kadar yapının hiçbir sorunu yok. Tedbirimizi aldık. Önce alt yapıyı güçlendirdik, alt yapıyı tedbirler alarak ana sistemlere bağladık. Kendi teknolojimizi en üst düzeyde yaptık. Burada mütevazi olmak istemiyorum, Kadir Has Üniversitesi'nin üniversitenin teknolojisi, diğer üniversitelerden 20-25 sene ileridedir. Her türlü teknoloji çağdaş ilişki donanımı mevcuttur. Binamızın teknolojisi üst düzeydedir. Akıllı sınıflarımız vardır; direk yurtdışıyla bağlantıya geçip dersleri izleyebilirsiniz.

 Hiçbir şeyden fedakarlık edilmedi. Binaya getirilen fonksiyon en iyi şekilde işlendi. En iyi şekliyle mekan korundu. Yapının ve işlevin adaptasyonu en iyi biçimde yapıldı. Bu adaptasyonda, benim bu konudaki titizliğim, dikkatim ve korumaya olan duyarlılığım ön plana çıktı: İstanbul'un dünyadaki yeri ve konumu, sonra o yapının değeri önemli. Kişisel isteklerim bunlardan sonra üçüncü sırada yer aldı. Hatta yapının bütün özgün mimarisi, kimliğinin korunması benim kendi isteklerimin çok önündeydi ve olması gereken de buydu.


İstanbul'un ve Haliç'in belleğinde önemli bir yeri olan binanın çevresiyle ilişkisini nasıl kurdunuz?

Yapı, çağdaş endüstri tesisinin ilk örneğidir. Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşanan ilk grev burada yapılmıştır. Mahmut Yesari'nin ‘Çulluk' romanındaki kadın kahraman Cibali'de çalışan genç bir kızdır. Alpay'ın "Fabrika Kızı" adlı şarkıda anlattığı kız bu fabrikada çalışmaktadır. Burada çalışan işçiler fabrikanın hemen arkasında, kendilerinin yaşayacağı konutlar ve mekanlar yaratmışlardır. Yani, tesis sosyal yaşamın parçası olmuştur.

Dolayısıyla yeniden işlevlendirilen bu binanın, çevresiyle kurduğu ilişkiyi iki yönlü irdelemek gerek. Birincisi, bu civarın sosyal ve fiziksel çevresi olumlu anlamda değişti. Burada kalite arttı. Bu kalite bölgedeki gayrimenkullere de yansıdı.

İkincisi ise üniversitenin halkla bütünleşme faaliyetleri. Üniversite, mahalleliye karşılıksız olarak İngilizce ve bilgisayar kursu veriyor. Yaz aylarında bir takım eğitsel faaliyetler organize ediyor. Yani, çevre halkından isteyen herkes gelip buradan yararlanabiliyor.

Akşam beşte kapıları kapanan, kimsenin giremeyeceği bir mekan değil, sonunu kadar kapıları açık olan, gece gündüz çalışan bir ortam sunuyor üniversite. Bu nedenle üniversite de halk son derece memnun.

Açılış günlerinden birinde, 80'li yaşlarda yaşlı teyze, onun 60'lı yaşlardaki kızı ve 40'lı yaşlardaki torunu geldi. Teyze fabrikada işçiymiş. Kızı fabrikanın kreşinde büyümüş ve o da fabrikadan emekli olmuş. Torunu yine o fabrikanın kreşinde büyümüş. Üç kuşağı, yapının dönüşümünden dolayı çok mutlu bir biçimde, birlikte gördüm. Bu kadar emek verdikleri bir mekanın bir eğitim kurumuna dönüşümünden, binanın eski sahipleri çok memnun.

Zaten, Avrupa Nostra Ödülü'nün de "yapının son derece özenli ve kapsamlı restorasyonu ve bulunduğu çevreye olan katkısı" nedeniyle bize verildiği söylendi. Binamız restorasyon kalitesi, fiziki mekan zenginliği nedeniyle 2003 yılında bu ödüle layık görüldü.



 

Haliç İstanbul'un ikinci boğazı olma yolunda


Haliç'e sadece noktasal müdahalelerin yapılması eleştiriliyor, bütüncül bir bakış açısının gerekliliğinden bahsediliyor. Haliç'e yapılan bu müdahaleleri nasıl değerlendiriyorsunuz?


Haliç, 1730'lu yıllarda Lale Devri zamanında Osmanlı'daki en önemli eğlencelerin yapıldığı yer. 3. Selim, şiirlerinde Haliç'te müthiş eğlencelerin yapıldığını, insanların Haliç'i mesire alanı olarak kullandığını anlatılıyor. 100-150 yıl sonra Haliç popülaritesini yitirdi. Denizle olan ilişkisi nedeniyle endüstri buraya tedbir almadan geldi. Bugün yeni bir fabrika yapılırken ÇED raporları, arıtma tesisi raporları isteniyor. O zaman öyle bir şey yok ki. Haliç kör bir nokta olduğu için de kirlendi.

Zamanla küçük işletmeler de Haliç'e geldi ve burası daha çok kirlendi. Haliç yaşanmaz bir hale geldi. Deniz öldü, Haliç'te canlı yaşamaz oldu. Haliç'e zaten inemezdik. Köprünün üzeriden geçerken aracın camlarını kapatıp mümkün olduğunca hızlı bir biçimde geçerdik.

Bu anlamda 1990'lı yılların başında ise İSKİ'nin Haliç'te uyguladığı arıtma projesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Herşey İSKİ'nin projesiyle başladı. Eğer Haliç temizlenmeseydi, buraya kimse gelmezdi.


İSKİ'nin projesi güzel bir projeydi, fakat kazanım kolay olmadı. Haliç'in geri kazanımının da öncüsü Kadir Has Üniversitesi'dir. Bu noktada bir üniversitenin şehrin merkezinde olup olmayacağı tartışılabilir. Ama bu binayı kampusün ana binası olarak kurguladık; burada üniversitenin idari bölümleri, yüksek lisans ve doktora öğrencileri olacak. Selimpaşa'daki kampüsümüz tamamlandıkça lisans bölümleri oraya geçecek. Böylece İstanbul'un içinde; Haliç'te gece gündüz açık, halkın her zaman gelip yararlanabileceği bir üniversite yarattık.

Haliç'in planı, bizim projeden sonra burada kültür ve eğitim tesislerinin var olması yönünde değiştirildi. İstanbul'un en eski Camialtı Tersaneleri de bugün kültür merkezi olma yolunda. Cumhuriyet döneminin önemli yapılarından olan Sütlüce Mezbahası kültür merkezi olarak faaliyet gösteriyor. Feshane, işlevini tam olarak bulamasa da bir kültürel etkinlik merkezi olma yolunda ilerliyor. Bunlar o dönemin belli başlı yapıları.

Haliç, İstanbul'un ikinci boğazı olmak üzere. Boğazda yenilip içilir, eğlenilir. Ama Haliç'te bunların yanı sıra kültürel tesisler de olacak. Kültür, eğitim ve eğlence biraraya geldiği zaman İstanbul için yaşayan bir bu aksı daha kazanılmış olacak.


Gül Köksal ile Osmanlı'dan bugüne endüstriyel mirasın izleri
İstanbul'dan yeniden kullanım örnekleri
Doğan Tekeli'den endüstri yapılarının mimarisi
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :