Gülsün Tanyeli ile Hasanpanpaşa Gazhanesi üzerine

03 Nisan 2008

"Hasanpaşa Gazhanesi Kültür Merkezi'ne dönüştürülüyor" başlıklı haberlerin medyada sıkça yer bulduğu 2000'li yılların başından bu yana Hasanpaşa Gazhanesi bekliyor. Mahallelinin, sivil toplum örgütlerinin, Mimarlar Odası gibi meslek örgütlerinin sahip çıktığı Hasanpaşa Gazhanesi'nin yeniden işlevlendirilme süreci yatırımcı bulunamadığı için avanproje aşamasında tıkandı. Belediye'nin "Önce projeyi yapalım sonra yatırımcıyı buluruz" yaklaşımıyla hareket etmesinin en başından beri doğru bir tutum olmadığını savunan İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi'nden Yard. Doç. Dr. Gülsün Tanyeli "Hasanpaşa Gazhanesi, projenin üzerinden bu kadar zaman geçmiş olmasına rağmen uygulamaya yönelik bir adım atılmadığı için yeniden işlevlendirme anlamında talihsiz bir örnek" diyor.

Tanyeli ile Hasanpaşa Gazhanesi'ni konuştuk.

1990'lı yılların başında İstanbul'daki gazhanelerin durumu neydi?

İstanbul'daki tüm gazhanelerin üretimine son veriliş tarihi 1993'e rastlıyor. Hasanpaşa Gazhanesi, faaliyeti sonlanan üç gazhaneden birisiydi.1993 öncesinde İstanbul'da faaliyetine devam eden gazhaneler, Tarihi Yarımada'yı besleyen Yedikule Gazhanesi, Kadıköy yakası için Hasanpaşa Gazhanesi. Dolmabahçe Gazhanesi zaten daha önce Poligon'a taşınmıştı. Çünkü zaman içinde Poligon, Beyoğlu ve ötesinin gaz ihtiyacını karşılamak adına, Dolmabahçe'den daha doğru bir nokta haline gelmişti. Çok küçük olan Kuzguncuk Gazhanesi yalnızca Beylerbeyi Sarayı'nın ihtiyacını karşılamak için kurulduğundan çok daha önceden devre dışı kalmıştı.

Gözlerin Hasanpaşa Gazhanesi'ne çevrilmesi nasıl oldu?
 

1993 ertesinde Hasanpaşa Gazhane'nin söküm işini İETT, Makine Kimya Endüstrisi'ne alelacele ihale etmiş. Onlar da işi bir taşerona vermişler. Orada yaşayanlar, Hasanpaşa Gönüllüleri adı altında birleşerek bu girişimin söküm aşamasının durdurulmasını sağladı.

 

Hasanpaşa Gazhanesi, halkın kendi öz-örgütlülüğünü yaratarak endüstriyel mirasa sahip çıkması açısından önemli bir örnek, değil mi?

 

Evet, diğer gazhanelere kıyasla Hasanpaşa Gazhanesi, çevresinde yerleşim alanlarının fazla olması ve insanların kendi yerleşim alanlarının ortasındaki bu alanı daha fazla yaşamlarına katmış olmalarından kaynaklanan bir özel durumu yansıtıyordu.Orada yaşayanlar, yıllarca gazhanenin sıkıntısını çektiklerini, şimdi ise gazhanenin kamu yararına değil başka amaçlarla kullanılacağından korkuyorlardı. Bir açık alan olarak, tüm risklerine rağmen, gazhane ile çevre halkının yıllara dayanan,  birlikte yaşama alışkanlığı vardı. Bu alışkanlığı yitirmek istememeleri, Türkiye ve hatta İstanbul için alışık olmadığımız bir sivil toplum dayanışması doğurdu ve bir ‘sahip çıkma' hareketi başlatıldı. Buna Kadıköy Belediyesi,  Mimarlar Odası Büyükkent Şubesi destek verdi ve burada bir şeyler yapılması için bir koruma statüsü oluşturulsun başvuruları oldu.

Kurul tarafından da, alanın bir endüstri siti olduğu, biraz geniş kapsamlı bir tanımla onaylandı. Sonra o tanımın arkasını doldurmak için, bizim programımızda lisans düzeyinde destek çalışmaları yapıldı. Öğrencilerimiz bazı binaların rölövelerini çıkarttılar. Hatta bunlar kurula bir ön belgeleme olarak verildi. Ama belirttiğim gibi lisans düzeyinde oldukları için, bunların nitelikleri tabii ki yeterli düzeyde değildi.

 

Bu ön çalışmanın lisans düzeyinde başlatılmasının sebebi neydi?


O zamanlarda aslında işin içinde değildim. Daha ziyade Afife Batur, Kadıköy Belediyesi ve Gazhane Gönüllüleri ile yakın ilişki içindeydi. Nur Akın ve Afife Batur bu sivil toplum aktivitesini desteklemek amacıyla kendi öğrenci gruplarında sözünü ettiğim çalışmaya başlamışlardı. Çalışma o zaman yüksek lisans programında ele alınan bir konu olarak gündeme gelmedi. Bu türden yapıları tez çalışmasında tek yapı ölçeğinde irdelemek ise özellikle endüstriyel alanlarda çok güç. Donanımları ve üretim sistemleriyle bütünleşmiş olmalarından ötürü çok karmaşık yapılar. Hele elektronik ölçme desteği olmaksızın yapılan çalışmaların hassasiyetleri, kurulda onaylanmaları adına yeterli olmadığı için, sadece buradaki varlığın ne nitelikte olduğunu tanımlayan çalışmalar olmaktan  öteye gidemedi. Dolayısıyla, yapılan çalışma, kabaca bir belgelemeyle sınırlı kaldı.


Hasanpaşa Gazhanesi

Fotoğraf: Gül Köksal

 

Peki, konuya İTÜ'nün dahil olması nasıl gerçekleşti? İTÜ dahil olduktan sonraki süreç nasıl gelişti?

Belediye ile ortak çalışma yürüten gönüllüler, sonraki süreci, Büyükşehir Belediyesi'nin bu bölgenin dönüşümü ve yapının kültürel ve sosyal tesis olarak kullanımı konusunda imar planlarının değiştirilmesi yönünde şekillendirdi.1997 yılında bizden, üniversite olarak bu çalışmayı yürütmemiz talep edildi, biz de kabul ettik. Ama araya seçim girdi; ertesinde tekrar oturup konuştuk. 1999 yılında, tam depremin öncesinde çalışmaların başlatılması kararı çıktı.

Bu arada şunu da ekleyeyim: Yürütülen ön çalışmalar sırasında, buradaki projenin yarışma ile elde edilmesi fikri de gündemdeydi. Ama belki de, yarışma ile böyle bir projenin çıkarılması fikrine belediye yakın durmadığı, öte yandan İstanbul Teknik Üniversitesi'nin bu konuya ilgili olduğu ve bir takım çalışmaların başlatıldığı bilindiği için, proje bizden istendi.

Ve Hasanpaşa Gazhanesi'ne yönelik bu restorasyon ve yeniden işlevlendirme projesinin başına siz geçtiniz...

Bu aslında biraz tesadüfi oldu. Nur Akın o sıradaki yoğunluğundan dolayı bu işi üstlenmek istemedi. Afife Batur emekli olmuştu ve profesyonel olarak bu işi yüklenmesi mümkün değildi. Endüstri arkeolojisi konusundaki çalışmalarımdan ötürü, iş biraz benim üstüme kaldı. Daha önce içinde çok da aktif rol almadığım bir projenin yöneticisi oldum, açıkçası, böyle bir şeye itirazım yoktu benim de. Bu noktadan itibaren ben, elbette Afife Hanım'ın da desteğiyle, işin rölöve, restorasyon ve restitüsyon safhalarının nasıl ele alınacağını kendi yaklaşımlarımla belirledim. Yakın zamanda kaybettiğimiz arkadaşımız Kani Kuzucular da bizimle birlikteydi.

Çalışmalar sırasında nasıl bir yol izlediniz?

O gün elimizde olan en iyi ekipmanla ve harita ekiplerinden yine profesyonel destek alarak, yapıların rölövelerini tamamladık. Çünkü iskele kurulmadan burada karşılaştığımız gibi ‘neredeyse makine' niteliğinde olan yapıları ölçmek mümkün olmuyor. Bunun ötesinde restitüsyonların nasıl yapılabileceğini ilgili Koruma Kurulu'yla konuşarak belirledik. Yasal çerçevede farklı tanımlar olsa da, bir makinede, artık teknolojisini kimsenin bilemeyeceği erken dönemlere ilişkin bazı ipuçlarını yakalamak güç. Bir endüstri binası söz konusu olduğunda ‘makine bina'larla uğraşıyorsunuz. Onların çoğu zaman Türkiye'deki tek örnekler olduğunu da düşünürseniz, analoji yapmak gibi bir imkanınız da yok! Yapı üzerinde ne veri varsa veya size kayıtlardan ne ulaşmışsa, onlarla cebelleşiyorsunuz. Zaten biz projeye başladığımızda Hasanpaşa, tam söküm aşamasında ortaya çıkan tüm yerel çabayla, en iyi korunabilmiş örnek olma özelliğini taşıyordu.

İlk aşamada bizden tam bir uygulama projesi istenmesine rağmen, bir avanproje yapabileceğimizi söylemiştik. Çalışmayı avanprojeye çekmemizin de gayet haklı nedenleri vardı, ki bugünkü durum haklılığımızı gösteriyor. Bir yatırımcı yoktu! Yatırımcı olmadan tamamen tanımsız ve belediye tarafından nasıl işletileceğine yönelik belirlenmiş bir model, senaryo olmadan bir uygulama çizilemez. Düşünsenize, kullanıma yönelik didişebileceğiniz bir kimse bile yok! "Restorasyon projesi yapıyorsunuz, peki nasıl kullanacaksınız?" diye soruyoruz, "Siz nasıl uygun görürseniz" cevabı alıyoruz. Dolayısıyla o günün koşulları altında, avanproje aşamasında kalması doğru bir karardı.

Sadece yatırımcı olmadığı için mi süreç tıkandı?

Hasanpaşa Gazhanesi, projenin üzerinden bu kadar zaman geçmiş olmasına rağmen uygulamaya yönelik bir adım atılmadığı için yeniden işlevlendirme anlamında talihsiz bir örnek. Hasanpaşa Gazhanesi'nde, 33 bin metrekare büyüklüğünde bir parselde 20 adet korunması gereken yapı vardı. Biz, bu yapıların tümünün tescillerini, korunma gerekçeleriyle tek tek, yapı bazında sağladık. Hatta Koruma Kurulu'nu bile ikna ettik ki onların yapıların sayısını azaltmak gibi önerileri de vardı. Yeni kullanım ve peyzaj projesi için, yine fakülteden Deniz Aslan'la birlikte öneriler geliştirdik. Proje böylece şekillendi. Kurul'dan onaylandı.

Aradan, malum bir tane daha yerel seçim geçti. Birkaç kez mevcut yönetim yarım kalan projeyi gündeme getirdi. Özel üniversitelerden ve devlet üniversitelerinden tesisle ilgilenenler olunca, kendi aramızda üniversite olarak kullanım koşullarının ne olacağını ve gerçekçi bir yaklaşımı nasıl tanımlayabileceğimizi konuştuk. Buradaki koşulların, hangi nitelikte bir eğitim yapılırsa veya binalar nasıl ele alınırsa bir eğitim kompleksine uygunluk göstereceğinin tanımlarını yaptık ve bu tanımlar altında üniversite olarak kullanılabileceğini idareye de bildirdik. Ama sonra süreç tıkandı.

Şimdi ise bu alan, ilgili tüm üst planları ve avanprojesi onaylandığı için, tanımları olan ve belli bir noktaya getirilmiş bir proje olarak karşımıza çıkıyor. Bunu başka bir şeye dönüştürmek için, saati biraz geriye almak gerekecek. Belki yatırımcılarda ‘geriye alma' konusunda tereddütler yaşandı; belki de yatırımcılar bizim sınırlarımızı kendi beklentileriyle örtüştüremedikleri için buraya yatırım yapmak istemediler.

Sonuç olarak Büyükşehir Belediyesi bu projeyi satamadı.

Peki, bir sivil toplum hareketiyle başlayan bir sürecin tıkanmasına neden olan hata neydi?

Bence en başından hatalı olan yaklaşımdı; "önce biz projeyi yapalım, sonra yatırımcı buluruz" yaklaşımı. Zaten bizim işi avanprojede bırakmamızın temel nedeni de buydu. Yatırımcısı olmayan bir işi projelendirmeye başladığınızda, sizi yönlendirecek ve burayı nasıl işleteceğini bize anlatacak ve sizi şekillendirecek bir beyin olmuyor. Bir ihtiyaç programı yok! Burada kaç kişi çalışacak, burayı kaç kişi ziyaret edecek, burası nasıl işletecek? Hangi saatlerde hizmet verecek, kime hitap edecek?  Biz gazometrelerden bir tanesinin içine 550-600 kişilik çok amaçlı salon yapmayı önerdik. Bu salonun 1500 kişilik olması yönünde baskı görüyorduk. Çünkü Anadolu yakasında, büyük salon yoktu. Ama bizim önerdiğimiz kişi sayısı zaten mekanın olanak tanıdığı kişi sayısıydı. Yerimiz yoktu yani, nasıl yapalım?Hasanpaşa Gazhanesi projesi, gazhaneyi ayakta tutabilmek, mimarisini de yeni kullanım alternatifleriyle yaşanır hale getirebilmek, bir cazibe merkezi yaratmak adına korumayla birlikte tasarımı radikal bir biçimde ortaya konulan bir işti. Bunu ne kadar zorlayabilirsiniz? Ama maalesef olaya böyle bakılmıyor. Toplantı salonunun kaç kişilik olacağı mekanın tanıdığı olanaklarla değil de neredeyse belediyenin, parti toplantısı yapmak istediğinde karşısında görmek istediği izleyici sayısıyla belirlenmeye çalışılıyor.

Yeniden işlevlendirme için sizin önerileriniz neydi?


İstanbul'da havagazı üreten tesislerden günümüze kalmış yegane örnek olan bu endüstri alanını, elimizden geldiğince, kendi teknolojisini sergiler hale getirmeye çalıştık. O dönemde özel müze oluşturma koşullarının bugüne kıyasla çok daha zorlayıcı olmasına rağmen, bu alanı bir enerji müzesi kapsamına getirmeye çalıştık. Hatta ‘müze' kelimesini dahi kullanamayacağımız için ‘tanıtım merkezi' ibaresini kullandık. Buranın, dönüştürülebilir enerjilerin hikayesini çocuklara ve gençlere aktarmasını istemiştik.

Özellikle üretim binalarını, tüm bu hikayeyi anlatacak kültürel amaçlı yapılar olarak ayırdık; kaybedilmiş olan gazometrelerin ise sadece simgesel olarak ayağa kaldırılmasını ve onların da burayı finanse edilebilecek sinema, toplantı merkezleri gibi işlevlerle donatılmasını öngördük. Hatta bir tanesinin altına otopark yerleştirdik. Söz konusu alan o kadar boğulmuş bir kentsel alanın içinde ki... Kesitlerde görülen sokak genişliklerine bakın; zaten bir tarafında Vatan Hastanesi var. Hatta ilk çizimlerde biz Vatan Hastanesi'ni de uçurmuştuk! Ulaşım Müdürlüğü'nün projesi olarak hala gündeminde midir, bilemiyorum ama, Karayolları ile görüşerek E5'ten Vatan Hastanesi'nin oraya ulaşabilmek için Vatan Hastanesi'nin yanından bir bağlantı geçirilmesini talep etmiştik. Buraya insanlar kentin her noktasından, mümkün olduğunca Kadıköy trafiğini çiğnemeden gelebilsinler, hatta karşısındaki İETT'ye ait arazi otopark olarak kullanılsın istedik. Ancak böylece insanlar kendi araçları veya toplu taşıma ile rahatça Gazhane'ye ulaşabilirler ve bu ‘yeni merkez' Kadıköy trafiğine fazladan yük oluşturmazlardı. Aksi takdirde, böyle bir olanak sağlamazsanız insanlar oraya girmezler de, çıkmazlar da. Açıkçası biz projenin tüm boyutlarını düşünmeye ve kullanmaya çalıştık. Proje yalnızca ‘burası bir endüstri mirasının parselidir' mantığı gözetilerek yapılmadı, ki bizden istenen de buydu. Proje için Şehir Bölge Planlama'dan büyük bir ekip çalıştı. Bu parselin 1/25 bin'den paylaşarak ulaşım koşulları irdelendi, yeşil alanları belirlendi. Belediye'nin bizden istediği çok kapsamlı bir şehircilik araştırması vardı. Bunlar da yapıldı.


Gazhane çevresinde, belli bir periyoda yayılmasını öngördüğümüz kamulaştırma ve kat azaltma önerileri vardı. Ne var ki tüm bunlar çok meşakkatli işler. Belediye bir taraftan o parsel için izin veriyor, ama siz hemen yanındaki parseli işaret ederek, önerdiğiniz işlev dahilinde bu parsellerle olan ilişkinin son derece sıkıntılı olduğunu belirtiyorsunuz. Çevresinde dört katlı, beş katlı binalar var. Hatta kimisi bizim proje döneminde yapılaştı. Uyarmamıza rağmen belediyenin verdiği yanıt her seferinde, verilen hakları almanın o kadar da kolay olmadığı yönünde oldu.


Bu anlamda, bugün Silahtarağa'da yapılan, bizim Hasanpaşa'ya koyduğumuz modelin –restorasyon projesi dışında - uyarlanması şeklinde gerçekleşti diyebilirim. En azından böyle bir model oluşturma görevini üstlenmiş olmak, bizim için fena bir kazanç sayılmaz. Projenin akademik ortamda hazırlanması, aşamaları ve projeyi ele alış biçimi ile yol gösterici olması açısından bir işe yaradı diyebiliriz.


Peki, gazhaneye ve sürece sahip çıkan çevre halkı ve Gazhane Gönüllüleri buranın nasıl kullanılmasından yanaydı?


Açıkçası Gazhane Gönüllüleri'ni bazı konularda karşımıza da almak zorunda kaldık. Çünkü onlar "Burası bizim!" diyorlardı. Evet, mahalle ölçeğinde onlarındı, ama bu yapı Kadıköy'ün, bütün metropolün kullanımına açık olmalıydı. Onlar, "burası bizim küçücük mahalle parkımız olsun" yaklaşımdaydılar. Biz ise, nereden bakılırsa bakılsın bunun bir yatırım olduğunu ve ciddi ekonomik boyutlarının yanı sıra bakım isteyen yapılarla karşı karşıya olduğumuzu söylüyorduk. Bu yapılar alelade yaklaşımlar ve olanaklarla ayakta tutulamazdı. Dolayısıyla Hasanpaşa'nın, tüm metropolü kapsayacak işlevlikte olmasıyla hayatta kalması söz konusu olabilirdi. Ayakta durması için gerekli koşullarla kastettiğimiz de tam olarak buydu.


Biz de mahallelilere, proje başladıktan sonra çok kez projeyi anlattık, hep birlikte toplantılar yaptık, hatta bir sözlü tarih çalışması yapıldı. Biz konunun uzmanları olmadığımız için nasıl kullanıldığını, nasıl çalıştığı ve nasıl gaz elde edildiğini bilmiyorduk. Bütün bu hikayeyi onların ve bu gazhanenin yıllarca müdürlüğünü yapmış Selçuk Bey'in de yardımlarıyla öğrendik.


Çalışmalarınızı karakterize eden süreçler nasıl şekillinde? Restorasyon yaklaşımınız nasıldı?


Restorasyon yaklaşımımız da yine, ikili bir yaklaşımdı. Öncelikle yapıların o günkü fiziki durumlarını dikkate alan ve asgari müdahaleyi öngören bir model sunduk. Zaten endüstri yapılarının koşulları gereği, çok hızlı ve sürekli yenilenme ihtiyaçları oluşuyor. Karbon, kükürt gibi doğrudan doğruya onları etkileyen, yapıların üretim konuları neyse onların koşullarından kaynaklanan bir bozulma süreci söz konusu. Kullanım ve işletmesi sonlanmış bu yapılar üzerindeki fiziksel etkiler, yapıyı hızlı bir şekilde eskitmeye ve süreci ilerletmeye, derinleştirmeye devam ediyor. Onları ya geri almanız, ya da durdurmanız lazım, çünkü bu yapıların esas malzemeleri tuğla, çelik, o günün olanakları çerçevesinde kullanılmış betonarme oluyor. Hele çelik, bu etkenler karşısında korozyonu çok hızlı ilerleyen bir yapı malzemesi. Bu noktada, "Bunları nasıl desteklememiz, nasıl temizlememiz lazım? Yapının kendi bütünlüğünü nasıl sağlayabiliriz? Sökülmüş olan yapılarda neyi bırakacağız, nasıl bırakacağız?" gibi soruların cevaplarını aramaya başladık.

 

Artık geri dönüşü olmayan bir noktada olduğumuzu düşündüğümüz zamanlarda ise, nasıl yol alacağımıza karar vermek zorundaydık. Söz konusu olan yapı, yaşadığımız bir yapı olsa, yıkılmış bir yerini nasıl tamamlayacağımızı biliriz. Burada ise bir makine söküyorsunuz ve onu geri kurmanız mümkün değil. Yapılardan bir tanesinin,gazometrenin havuz dediğimiz en alt kısmının cidarları neredeyse kağıt gibi buruşmuştu. İşte bu haldeki bir yapıya hem restorasyon müdahalesi, hem de yeniden kullanım kararları bağlamında farklı yaklaşmak gerekiyor.

 

Dolayısıyla biz, bir yapıdan ayıklanacak olanlar, bir de yapıyı ayakta tutmak için gereken müdahaleler seti olarak bir restorasyon projesi hazırladık. Daha sonra da avanproje kapsamında bu müdahaleleri, yeni kullanım önerileri ile birlikte değerlendirdik.

 

Hasanpaşa Gazhanesi gibi örneklerden yola çıkarak, İTÜ'nün bu ve bunun gibi projelerdeki rolü üzerine ne söyleyebiliriz?

Bizim anabilim dalımızda, biraz da benim ilgi alanımın doğrudan endüstriyel arkeoloji olması sebebiyle, üniversite üzerinden böylesi işler üstlendik. Bu konuda eleştiriler de almadık diyemem. Üniversitenin bu denli büyük ölçekteki bir projeyi üstleniyor olmasını Mimarlar Odası da çok eleştirdi. Biz de onlara şöyle yanıt veriyoruz: Bu tür projeler, örneği olmayan projeler. En azından bu konuda örnek olma misyonunu üstleniyorsunuz. Çünkü gerçekten bu konuların özel problemlerinin nasıl ele alınabileceğinden koruma kurulları da habersiz. Çoğu zaman bu işleri üstlenen profesyoneller de habersiz. Ben o habersizliği, dönüp baktığımda, Silahtarağa'da da okuyorum. Bu konuya dair fazla bir şey söylemek istemiyorum ama, konunun özel sorunları koruma yaklaşımda bir bütün olarak ele alınmadığı zaman, uygulamada çok ciddi sıkıntılar olabiliyor. Bu gibi yapıların, sadece yurtdışında yapılmış olan bazı seçme örneklerini karşılaştırarak, Türkiye için bir yaklaşım tanımlamak çok doğru değil. Elinizde bir tane varsa, o ‘bir tane'nin koşullarına göre yaklaşımınızı ve hedeflerinizi tayin edersiniz. İngiltere'deki bir proje, İstanbul'daki bir proje için doğrudan örnek olmayabilir.

 

Restorasyon içinden bir projeye bakıldığı zaman, problemleri bütün boyutlarıyla görüp, koruma ile yeniden işlevlendirme tasarımı arasındaki dengeler oluşturulmaya çalışılıyor. Tek boyutlu bakıldığı durumlar da olabiliyor. O tek boyutluluk, yeni kullanım anlamında da, restorasyon kararları anlamında da olabiliyor. Ben, İTÜ Restorasyon Anabilim Dalı içinde yürüttüğüm çalışmalarla bu kesişimi daha iyi ortaya koymaya ve bunun bir disiplinlerarası çalışma olduğunu vurgulamaya çalışıyorum. İTÜ'nün rolü, restorasyondan tasarıma ve çevre düzenlemesine, disiplinlerarası birlikteliği hamur haline getirmek olarak yorumlanabilir.

 

Söyleşiye katkısından dolayı E. Seda Kayim'a teşekkür ederim.


Gül Köksal ile Osmanlı'dan bugüne endüstriyel mirasın izleri
İstanbul'dan yeniden kullanım örnekleri
Doğan Tekeli'den endüstri yapılarının mimarisi
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :