Hangi noktadadır mimar kişinin "Evet, artık kendi ofisimi açmalıyım!" dediği an?
Sonat Ongun: Aslında ben o noktaya çok daha önce geldiğimi sanıyordum. Şimdi ise bakıyorum ve meğerse hazır değilmişim… İnsan hep toyluğun verdiği bir cesaret ile kendini hazır hisseder. Bence Umut ve benim için kendi ofisimizi açma girişimi, tam da olması gereken zamanda oldu. Elbette bu zamanlama kişisine ve deneyimlediklerine göre değişir.
Umut Çağlayan: Bence belki şöyle bir ‘kriterden' söz edilebilir: Çalıştığınız ofislerden artık bir şey öğrenmediğinizi, bilakis kendinizden bir şeyler verdiğinizi fark ettiğiniz noktada, oradan kopmak istiyorsunuz. Bir proje var ve o anki patronunuz ile konuşuyorsunuz diyelim… Sizin katkı ve değer yargılarınız daha kuvvetli ise ve o bu katkı ve değer yargılarını beğenmiyorsa, "Artık ayrılmam, kendi kanatlarım ile uçmam lazım" diyorsunuz. Tabi bunun için belli bir ‘network'ünüzün de olması lazım! Yani, iyi tasarım yapabilirsiniz ama bunu talep edecek birilerinin de olması gerekli. Bu ikisini hissettiğinizde, ayrılıyorsunuz. Elbette en başta ufak bir sendeleme oluyor. Çünkü maaşlı çalışmak ile iş sahibi olmak, bambaşka…
SO: Çalıştığınız onca firmada da elbette kendi işiniz gibi özeniyorsunuz. Ama burada 24 saat kafada bir ofis kavramı var! Çalıştığınız ofiste gece 1-2'ye kadar kalsanız da, eve girince kafanızda bitirirsiniz. Burada onu yapamıyorsunuz.
UÇ: Bebeğiniz gibi oluyor ofiniz… Onunla yatıyor, onunla kalkıyor, onu besliyor ve onun için çalışıyorsunuz.
Ama bunu bir tür iş-koliklik olarak tanımlayamaz mıyız?
UÇ: Belki ama tam öyle de değil, çünkü bu keyifli bir şey…
SO: Bizim mesleğimizin öyle bir avantajı var. Bir muhasebeci evde sürekli rakamları düşünse, bu sıkıcı olabilir. Ama bizim mekanları nasıl tasarlayacağımızı düşünüyor olmamız, işkoliklik gibi gelmiyor. En azından içinden bakınca… Dışarıdan nasıl algılandığını bilemiyorum.
UÇ: Mesela bazen, ertesi sabaha yetişmesi gereken bir iş ile uğraşırken o gece sabaha karşı 3-4'de yepyeni bir fikir aklıma gelir. Kalkıp projeyi tamamen değiştirebilir, sabaha hepimiz bunu beğenirsek, oradan yürüyebilirim.
İşin beraberinde getirdiği büyük sorumlulukları sahiplenmenin dışında, ofis sahibi olmanın bir ofis bünyesinde çalışmaktan başka ne gibi farklılıklarını sayabilirsiniz?
UÇ: Çok fazla sayıda şey sayılabilir. Bir kere, şirket sahibi siz olduğunuzda tasarımda sizi kısıtlayan bir parametre daha ortadan kalkmış oluyor. Müşteri ile baş başa kaldığınız için daha rahatsınız.
Mimarın kendi ofisini açabilmesi için iletişim ağının önemli olduğunu dile getirmiştiniz. Farklı bir ofis bünyesindeyken bu ağ nasıl kurulabiliyor?
UÇ: O dönemde çalıştığınız insanlar, belli firmaların üst düzey yöneticileri oluyorlar ve proje için onlarla siz görüşüyorsunuz –patronlu veya patronsuz. Onlarla tanışıklık ve ilişki düzeyi artıkça, ayrılma haberiniz de bir şekilde kulaklarına gidiyor. E, haliyle alternatif oluşturuyorsunuz. "Bu çocuk ayrılıp kendi firmasını kurmuştu. Onlardan da proje alalım; bakalım nasıl olacak?" diye düşünüyorlar.
Eğer yeterince iyi iş çıkarıyorsanız, bir önceki ofisinizden müşteri "çalıyorsunuz" denebilir mi?
UÇ: Bir anlamda… Konkura girmiş oluyorsunuz. Günün sonunda kim daha iyiyse onunla çalışıyorlar.
SO: Gerçi düşünüyorum, biz başladığımızdan beri eski ofisimizden kaynaklı ancak dolaylı iş almışızdır.
UÇ: Mevcut tanıdık ağının da, yakınların da çok önemi var. İlk anda elinizde, PR yapabileceğiniz ya da deklare edebileceğiniz hiçbir örneğiniz olmuyor. Daha önceden gelen projeleriniz var elbet, ama onlarla da tanıtım yapmak istemiyorsunuz çünkü X bir firmaya aitler. O noktada tanıdıklar devreye giriyor; sizin daha önceki şirketlerinizde yaptığınız işleri bilen tanıdıklar… Denk geliyorsa onlarla birkaç proje yapıp, özerk ofis hayatınıza başlıyorsunuz. Zaten oradan da yayılıyor.