Bir yandan da sunduğunuz hizmetleri farklılaştırıyorsunuz. Mimarlığın yanında az önce bahsettiğimiz lüks perakende markalarına ekipman üreten ARCO ve yine perakende sektörüne teknik destek sağlayan Servis 365 var.
Evet, uygulama tarafından geldiğimiz için diğer bazı meslektaşlarımız gibi işin bu tarafını küçümsemiyor ya da kıymetsizleştirmiyoruz. İşe bir bütün olarak bakıyoruz. Tasarıma başlarken de fonksiyonu ve müşterinin ihtiyaçlarını kenara bırakıp, daha çok ses getirecek, bakanların beğeneceği heykelsi objeler yaratmak üzere yola çıkmıyoruz. Diğer ofisler böyle yapıyor demiyorum, zaten perakendede bunu yapmak mümkün değil. Sadece tasarım yapanlarda fonksiyondan kopma sık görülüyor. Mesela bir muhasebeci ya da avukatla çalıştığınızda, siz mi müşterisiniz o mu müşteri, kimin kime para verdiği bazen karışıyor. Mimarlıkta da aynı durum söz konusu. Bazı mimarlarda yüksek bir ego var, müşteri onunla çalışabildiği için gurur duymalı. Biz işe biraz daha problem çözümü olarak yaklaşıyoruz. Birisi burada bir yatırım yapacak ve bunu bir amaç için yapacak. Kendi stratejisini oluşturmuş, hedef kitlesi belli, onlara maksimum verimlilikte hizmet verecek ve bir kâr elde edecek. Bunları yok sayıp proje yapma şansınız yok. Yani işvereninizi kollamanız lazım.
Nitekim internet sitenizde de ‘business set up’ konusuna vurgu yapıyorsunuz. Girişimci karaktere sahip bir mimar olarak aynı zamanda bir ticaret insanısınız da...
Zaten bundan kopmamalısınız çünkü içinde bulunduğumuz dünya aslında o. Ticari bir yapı yaptığınızda karşınızdaki kişinin sizden aldığı hizmet sadece o yapı değil. Sonuçta o markanın dışarıya karşı olan bütün algısını da siz oluşturuyorsunuz. Yatırımcının müşterileriyle olan ilişkisini tanımlıyor, oraya gelecek müşterinin konforunu planlıyorsunuz. Bu projelerin bazı ilk yatırım maliyetleri ve operasyonel maliyetleri olabilir. Onlar da aslında sizin elinizden çıkıyor. Sonrasında o kişi bu yatırımdan para kazanıp ikinciyi, üçüncüyü, beşinciyi açarsa, aslında siz başarılı olmuş oluyorsunuz. Yani sadece tasarım alanındaki başarıdan bahsetmiyorum. Diyelim heykel gibi bir proje tasarladınız ve bu işle alakası olmayan bir jüri bunu çok beğendi ve size ödül verdi. Ama üç sene sonra o mağaza kapandı ya da değişmek zorunda kaldı çünkü iş yapmıyordu. Bu başarılı olduğunuz anlamına gelmez. YOO’nun en büyük başarısı, birlikte çalışmaya başladığımız işverenlerin sonra da bizimle çalışmaya devam etmesi.
"Biriken bir hafıza var, o herkeste olmuyor"
Zaten projelerinize baktığımızda yıllardır aynı işverenlerle çalıştığınızı, farklı projelerinde sizi tercih ettiklerini görüyoruz.
Projelerimize tek seferlik iş olarak yaklaşmadığımız ve karşımızdaki müşteriyi düşündüğümüz için sonradan bizimle yollarını kesen kimse olmadı. İşin uygulama tarafında çalışan mimarlar olarak yeri geldiğinde tasarımcıyı da kontrollü bir şekilde yönlendirmeye çalışıyoruz. Çünkü iş yaptıkça inanılmaz bir bilgi birikimi oluyor. Sonraki projelerde aynı sorunların yaşanmaması için herkesi uyarıp doğru çözümler üretmeye çalışıyoruz. Çünkü biriken bir hafıza var, o herkeste olmuyor. Bir de biz işi yapalım ondan sonra müşteri ne yaparsa yapsın, bize zaten bunu verdiler o yüzden bunu yaptık gibi bir yaklaşımımız hiç olmadı. Her zaman en iyi sonuç için uğraşıp, gerektiğinde tasarımcıya gidip çözüm alternatifleri sunabiliyoruz. Teknik anlamda da işverene aynı desteği vermeye çalışıyoruz. Şimdiye kadar da bu işi iyi götürdüğümüzü düşünüyorum. Bizde şu da yoktur; bunu vermediler o yüzden yapamadık ya da şu gelsin öyle yapalım. Bize verilen sürede o iş bitebilecek gibiyse, o tarihe hangi ürünün yetişeceğini tanımladığımız zaman, onun bitmesi için gerekirse işverenimizi de zorlarız. Çünkü herkes ayakta durabilmek için gereğinden fazla iş alıyor. Özellikle Türkiye’de her şey çok tanımlı olmadığı için işveren tarafında bu daha kısıtlı kadrolarla yapılıyor. İş bitmiyor ve niye bitmediğini kimse bilmiyor, herkes topu birbirine atıyor. Biz işin etrafında bir fırtına yaratıp, birilerinden alınması gereken kararlar ya da belgeler varsa onları alıp, o işi bitirmeye odaklanıyoruz. İşverenler o yüzden de bizi sever çünkü bize bir iş verdiği zaman bahane üretmeyeceğimizi ve onu yapacağımızı bilir. Galiba bazı yönlerimiz erken Avrupalılaşıyor. Gelişmiş ülkelerde müteahhitlik yapıyorsanız herkesin belli sorumlulukları vardır. Ama bizim dünyamızda öyle değil. Bazı arkadaşlar bunun arkasına sığınıp bahane üretme eğiliminde oluyor. Kendi projemi Hindistan’a gönderdiğimde oradaki mimarda da aynı şeyi görüyorum; bütün proje elinde ama tutup aradan bir şey çekiyor ve “bu olmadığı için bunu yapamıyorum” diyor.