İşe onaylanmış proje ile başlanıyor ama dediğiniz gibi restorasyon uygulamaları revizyon gerektirdiğinden, kağıt üstündeki proje ile sonuç ürün arasında farklılıklar oluyor. Bu yasal anlamda sorun yaratmıyor mu?
Tüm onarımların sonucunda bitmiş proje olan, aynı zamanda en sağlıklı rölöve de diyebileceğimiz, "kesin yapıldı" (as built) projesinin hazırlanması gerekir. Yani uygulama aşamasındaki bütün değişiklikleri kapsayan projenin. Bunu da yine proje müellifinin yapıp, raporla birlikte dosyaya koyması ve çalışmayı toparlaması lazım. Söz konusu koşullarda bu yapılamadığı için, onarım aşamasındaki değişiklikleri kimin nasıl yaptığı ve nasıl dosya / rapor haline getirdiği de meçhul.
Süleymaniye Camisi restore ediliyor, ne mimarını biliyoruz ne de projesini. Fatih Camisi restore ediliyor, ne mimarını biliyoruz ne de projesini ve daha bu örnekleri bir hayli çoğaltabiliriz.
Eski eserlerde en büyük sorun zaten uygulama aşamasında ortaya çıkar. Örneğin çatı kapalıdır ve içeride ne olup bittiğini, strüktürün çürümüş olup olmadığını bilemezsiniz. Uygulamada çatıyı bir kaldırırsınız ki ahşaplar çürümüş, özgün çatı kurgusu yok olmuş vs. Bunları ilk projede görmeniz mümkün değil. Proje müellifi / mimarın sorumlu kişi olarak tam da bu noktada devreye girmesi gerekiyor. Çatının değişip değişmeyeceğine, kısmi değişimin yeterli olup olmayacağına ya da özgün çatının yeniden yapılması gerektiğine karar verecek kişi odur. Bunlar uygulamanın doğal sürecidir. Mimarlar Odası mevzuatı da mesleki uygulama sorumluluğunu bu bağlamda şart koşar.
Mimarlar devre dışı bırakılarak gerçekleştirilen bu tür denetimsiz onarımlarda ciddi hatalar yapıldığı konusunda duyumlar alıyoruz. Restorasyonla yapılacak yanlış bir onarım ise hiç yapılmamış restorasyondan çok daha kötüdür. En klasik örnek, bir dönem çok yaygın olarak kullanılan portland çimento kullanımıdır. Bu çimentoyla yapılan restorasyonda, malzemeyi yapıdan ayıklayıp çıkaramazsınız ve kalıcı hasarlar oluşturur. Yanlış uygulama nedeniyle gelecek kuşakları da yanıltmış olursunuz. Yapının geçmişte böyle yapıldığı zannedilir.
Mimar, "kesin yapıldı" projesiyle devrede olsa, bu hataları ortaya çıkarabilir, rapora bağlar ve bunlar arşivde yerini alır. Gelecek kuşaklar arşivi ziyaret ettiğinde en azından doğru ya da yanlış ne yapıldığını tespit edebilirler.
Bayındırlık Bakanlığının "Hazine-i Evrak Binası" restorasyon sürecinde başımızdan somut bir olay geçti. Kısaca bahsedeyim; önce proje müellifi olarak beni uygulama sürecine sokmak istemediler. Sonrasında kendileri de işi böyle yürütemeyeceklerini anladılar ve bizi Mesleki Uygulama Sorumlusu olarak göreve çağırdılar. Restorasyonu tamamladık. Bayındırlık mevzuatı ile yapılan bir restorasyon işi 2008 yılında T.M.M.O.B. Mimarlar Odası Ulusal Koruma ve Restorasyon Ödülü'nü kazandı. Sanırım bu Türkiye'de bir ilkti.
Ortaya iyi örnekler çıkıyorsa bunun bugüne kadar, düzeyli projelerin üretilmesi ve uygulamanın denetlenmesiyle mümkün olduğu bilinmelidir. Diğerlerinin ne olduğunu bile bilmiyoruz. Aslında şeffaflık ilkesi gereği, tüm restorasyon çalışmalarının mesleki kamuoyu ve toplumun duyarlı kesimiyle paylaşılması gerektiğini düşünmekteyim. Yapılanlar doğru mu yanlış mı, herkes bakıp fikrini söyleyebilmeli.
Peki uygulamayı yapacak olan müteahhit, danışmak için proje müellifine ihtiyaç duymuyor mu? Çünkü birincil referans projeyi yapan mimar…
Şantiye şefi mimar meslektaşlar sıkıştığı ya da zorda kaldığı zaman görüşmek isteyebiliyor. Ama çok ender, çünkü patronu aşacak bir karar alıcı konumunda değil. Bütün kararları müteahhit veriyor ve yönlendirici oluyor. Çoğu kez ciddi bir denetimin, yani proje müellifinin ya da mimarın devrede olmasından rahatsızlık ya da en azından huzursuzluk duyuluyor. Danışmanlar zaten haftada bir yarım saat / bir saat uğrayabiliyor. İşi A'dan Z'ye denetlediğinizde müteahhide ek sıkıntılar ve sorumluluk getirmiş oluyorsunuz. Tabi bu da istenmiyor. Ama burada müellifin asıl muhatabı işi alan müteahhit değil, asıl onu devre dışı bırakan idare olmalı.