Endüstri ürünleri tasarımını bitirir bitirmez sanat tarihi ve arkeoloji eğitimine devam ediyorsunuz değil mi?
Evet, okuduğum süre boyunca UNESCO'da ve ICCROM'da çalışan birtakım heyetlere Fransızca rehberlik yapıyordum. Böylelikle Fransa'ya davet edildim. Aix-en-Provence'ta Akdeniz Kültür Varlıkları üzerine bir yüksek lisans programı vardı. Bu konu hem ilgimi çekti hem de arkeolojiye yeniden yaklaşabileceğimi düşündüm. Kültür varlıkları konusu, anıtlarla ve müzelerle doğrudan ilişkili olduğundan o yöne doğru kaydım ve müzelerde çalışmaya başladım. Marsilya Kültür Varlıkları Atölyesi müdürü beni oraya getirten kişilerdendi. Programın da yönlendirmesiyle kültür varlıkları ve müzecilik işinin aslında ciddi bir teorik altyapı gerektiren ve pratiğinin de bana çok şey katabilecek bir alan olduğunu gördüm. Zaten müzecilik arkeolojiyle ve tarihle de bağlantılı olduğu için bunun çok keyifli bir alan olduğunu fark ettim. Okulda birçok müze ve sergi projesinde çalıştık. Ben bir türlü çizmeyi bırakmadım. Herkes serginin küratoryal içeriğiyle ilgili rapor hazırlarken kendimi "şunu şuraya yerleştirelim, bunu da buraya" diye planların üzerinde oynarken buluyordum. Hem teoriyi hem de pratiği birleştirebilecek deneyimlerim oldu.
Akdeniz Kültür Varlıkları yüksek lisans programında daha çok hangi disiplinlerden gelenler vardı? Sizin gibi tasarımla ilgili formasyon alan öğrenciler bulunuyor muydu?
Çoğunluk tarih, arkeoloji ve sanat tarihi formasyonu almıştı. Zaten endüstri ürünleri tasarımcısı olduğumu öğrendikleri noktada bana bir de çift ana dal yaptırdılar. Arkeoloji ve sanat tarihi lisansı okumak zorunda kaldım. Böylece çocukluk hayalim gerçekleşti ve bu alanlarda da birer lisans diplomam oldu.
Bunlar önceden aldığım tasarım eğitimiyle birleşince, nesnelerin nasıl sergilenmesi gerektiği konusunda sadece müzecilik teorisi okumuş birisinden çok daha fazla getiri sağladı bana.
Sadece müzecilik eğitimi alan birisi bir müzeyi kurgulayabilir mi?
Hayır, ama sadece mimarlık ya da tasarım okuyan birisi de kurgulayamaz. Bu ikisi birbiriyle çok geçişli olmak zorunda. Müze tasarımında toplu konut tasarlamıyoruz; "Odayı buraya koydum, mutfağı buraya koydum, hadi eşyalarını yerleştir". Çünkü zaten son derece tanımlı veriler var. Sanki bütün müzeleri kişiye özel tasarlanan yerler gibi düşünüyor olmak lazım. Bu sefer kişiye değil, koleksiyonlara özel tasarlanıyor olmalı. O tasarım fikri bir şekilde koleksiyonları anlamlandırıyor, onların bağlamını gösterebiliyor. Koleksiyonların incelenebilirliğini düzene sokan bir kurgu ve bu kurguyu ortaya çıkaran bir tasarım oluşturuyor olmak lazım. Günümüz müzecilik normları doğrultusunda, ziyaretçi faktörünü de gözeten bir tasarım dengesi sağlanmalı. Bunun için de müzeciliğin teorisini biliyor olmak gerek; müzenin ne işe yaradığı, bu nesneleri neden burada sergilediğimiz vs. Ziyaretçi algılarından haberdar olunabilmeli ki düzgün bir tasarım ortaya çıkarılsın.
Fransa'daki eğitiminizin ardından Lübnan ve Mısır'da arkeoloji çalışmalarında bulunduğunuzu biliyoruz. Bu süreç nasıl gelişti?
Yüksek lisans eğitimimi tamamladığımda kültür varlıkları konusunda çalışacaktım ama ne yapacağımı tam olarak bilemiyordum. Türkiye'ye dönmeye karar verdim, çünkü Fransa'da kalmak gibi bir niyetim yoktu. Tam da o sıralarda, Lübnan'da savaş yeni bittiği için, kent merkezinde arkeolojik kazılara başlanmıştı. Üniversiteden bir hocam bir akşam beni arayıp "Lübnan'a gider misin, kazı için uzman arıyorlar" dedi. Böylelikle iki aylığına diye yola çıkıp, 6 ay boyunca Lübnan'da kaldım.
Savaş bitmiş olsa da çok durgun bir ortam yoktu herhalde. Tedirgin olmadınız mı?
İsrail savaş uçaklarının geçmesi ile Golan tepelerinin bombalanması arasında eğlenceli zamanlar yaşadık. Arkeoloji pratiği yapmak üzere gitmiştim ve çalışmalar sırasında rölöve alabildiğimi fark ettiler ki bu aslında annemle babamın beni kazılara sürüklemesinden kaynaklanan bir durumdu. Böylece kazı mimarının yanında çalışmaya başladım. Daha sonra kazı mimarı gidince, bu iş tamamen bana kaldı. Altı ay süresince kulaklarımdan arkeoloji çıkana kadar Lübnan'da kaldım. Oradan, tamamen gezi amaçlı olarak, piramitleri görmek için Mısır'a geçtim.
Fransız misyonunda çalışıyordum. Mısır'daki Fransız misyonlarını gezerken Lübnan'daki kazılardan tanıdığım bir arkadaşımla karşılaştım. Bana "burada kal, rölövelerde bize yardım et" dedi. Böylece iki ay kadar da Tanis kazılarında çalışmak üzere Mısır'da kaldım. Sonra tekrar Fransa'ya gittim ve artık Türkiye'ye dönmenin zamanı geldiğine karar verdim. "Nasıl olsa benim yerim ya Kültür Bakanlığında küçük bir memurluk ya da bir müzedir" diye düşünüyordum.