Mimari süreç anlamında sağlıklı işleyen proje örnekleri görmek çok güzel. Öte yandan Bağdat Caddesi'ndeki bazı simge yapıların yitiyor olması üzücü...
DT: Bizim için de öyle, aslında dönüşüme konu olan yapıların bir çoğu gayet güzel yapılar.
CS: Daha üst noktadan baktığım zaman, çürük yapı olayının standardizasyonunun kurulamadığını görüyorum. Yani hangi yapı çürük, hangisi değil, çok da ayrımı yapılamıyor. Bu bölgede çürük raporu için başvurup da rapor alamayan binaya hiç rastlamadım. Kurunun yanında yaş da yanıyor. Sistemin en büyük sorunlarından biri bu. Dediğiniz gibi yıkılmasından ötürü mimar olarak üzüntü duyduğumuz birçok yapı var. Bunların çürük olup olmaması ya da güçlendirilebilir olmasının sorgulanma mekanizması çok zayıf ülkemizde. Müteahhit grup kat malikleriyle anlaşıp bir yeri yıkmaya karar verdikten sonra bunun önünde durmak çok zor.
Binadan bir kişinin başvurması bile yetiyor sanırım.
CS: Mesela 6 kat maliği masanın başında oturuyoruz. Siz binanızın sağlam olduğunu söylüyorsunuz. Ben binanın yıkılmasını istiyorum, hemen gidip çürük raporuna başvuruyorum. Gelip karot alıyorlar. Çürük yazısını çıkardıktan sonra üç ay içinde orayı boşaltmanız lazım. Bunun karşılık dava açma süreci çok uzun. Yani iş biraz yıkıma endekslenmiş durumda.
Durdurma kararı çıksa bile bina çoktan yıkılmış oluyor.
ZCA: Kanunlar kötüye kullanılabiliyor. Zaten müteahhitler işi bildikleri için öncesinden o apartmanlara gidip kelepir olan daireleri satın alıyorlar. Birer ikişer daire alıp, oradaki haklarını yükseltip, kendileri yıkıp yapıyorlar.
CS: Bazen de kat maliği apartmanın çürük olduğunu eline gelen yazıyla öğreniyor.
ZCA: Aslında daire sahiplerinden çok kiracılar mağdur oluyor. Bu durumda kiraya çıkabilecekleri başka bir yer bulmaları çok zorlaşıyor. Zaten kiralar aşırı derecede arttı.
CS: Devlet kira yardımı veriyor ama bu tutar o bölgedeki yeni evlerin ancak üçte birini karşılayabiliyor. O yönden de eksik yönleri var bu dönüşümün. Ama belli bir noktada da kent için mecburiyet olmuş durumda.
DT: Sonuçta insanların da göz göre göre hasarlı bir binada yaşamamaları lazım. Ama bunun çözümü sadece kat karşılığı ticari bir işlem olmamalı. İnsanlarda da şöyle bir kabahat var; oturdukları binanın kıymetini çok bilmiyorlar. Nedeni de genel anlamda mimari görgü yetersizliği. Mekansal zenginlik anlamında kaliteli yapılarda yaşıyor olmalarına rağmen, yeni yapının cazibesine kapılıp kentsel dönüşüme ön ayak olabiliyorlar. Biz de bu düzende kendi çabamızla o mimari kaliteyi devam ettirebilmek, sürdürülebilir kılmak istiyoruz ama ne kadar başarılı olabiliyoruz bilemiyorum. Aynı anda devam eden yaklaşık 10 bin proje var. Bunları yürüten kaç mimarlık ofisi bu zenginliği, lezzeti devamlı kılmak için uğraşıyordur ki? Çoğunda müteahhidin yardımcı firması olan ofisler görüyoruz. Keşke tasarım rehberi, alan yönetim planı gibi bir şey yapılsa da tüm bu gruplar birbiri ile iletişim içerisinde olsa…
CS: Bir de şöyle bir durum var; 10 bin tane güzel bina yapılsa da burası güzel bir kent olamıyor. Kentin sosyal donatılarının, üst ölçek planlarının yapılması gerek. Daha planlı bir kent mümkün, buna dair bir şeyler yapıldığını da görüyorum ancak Kadıköy bu fırsatı kaçırdı gibi geliyor. Belki de burada yapılan hatalar, devlet için, politikacılar için yapılmış yanlış örnekleri görebilecekleri bir yer olur. Bundan sonraki dönüşüm projelerinde buradan feyz alıp daha düzenli bir dönüşüm senaryosu oluşturacaklarını umuyorum. Tabi bu sürecin iyi yönleri de var. En önemli yönü hızlı dönüşebiliyor olması. Çünkü çok ciddi bir rant var.
Trajikomik olan ise, Bağdat Caddesi ve çevresinin İstanbul’un az sayıda planlı bölgesinden birisi olması. Binalar da mimari kalite açısından diğer bölgelerdeki binalardan daha iyi. Keşke gerçekten ihtiyacı olan bölgelerde de dönüşüm başlayabilse…
CS: Evet, bu bölgeye gelene kadar İstanbul’un çok daha kötü durumda olan birçok semti var. Ama rantsal değerinden dolayı bu bölgenin dönüşümü öncelik kazanıyor. Belki üst ölçekte düşünmemekten kaynaklanıyor yine. Kentin geneline bakıldığında dönüşümün teşvik edilmesi gereken çok daha sıkıntılı bölgeler var, o bölgelerin dönüştürülmesinden sonra bu projelerin kentin geneline yayılması planlanabilirdi.
DT: Bugün eski Sulukule civarında bir işim vardı, orada vakit geçirmek zorunda kaldım. O da slogan cümlelerle başlayan bir dönüşüm projesiydi ama bugün çoğu yapının satılığa çıkartıldığını gördüm. Orada bir soylulaştırma varsa, o da yaşayamamış aslında. Oranın belli bir profili, kullanıcısı, sosyal yaşantısı varken, onları burayı terk etmek zorunda bırakıyorsunuz. Ama yerine yeni konumlandırılan profil de burada yaşayamıyor. Artık arayüzde kalan gri bir yer olmuş, ne siyah ne beyaz. Sadece kısa vadeli çözümlerle aslında bu işin ilerlemeyeceğini görüyoruz. Mevcut profilin de yerleştirildiği yerde iyi koşullarda yaşadığını düşünmüyorum. Sonra zaten yine buralarda, münferit yerlerde yaşamaya başladılar.
Haussmann döneminde Paris’in bulvarları için işçi mahallelerinin yıkılıp, oradan ‘temizlenmesi’ de benzer bir bakış açısının ürünü. O mahallelerin yıkılması herhangi bir çözüm üretmiyor, yalnızca mahallelerin kent içerisindeki yerleri değişiyor.
DT: Kentsel dönüşüm sadece konut renovasyonu değil. Adnan Menderes zamanında yapılan planlamalar da günümüze kadar sorunları, sıkıntıları süregelen müdahalelerdi. Sadece ulaşım aksında yapılan müdahaleler bile kenti yeni bir güzergaha doğru çevirdi. Günümüzde özellikle Tophane kıyı şeridinde o sıkıntılar devam ediyor. Hep varolan bir yarayı tentürdiyotla kapatmaya çalışıyoruz ama artık ameliyat gerektiren yerler bunlar. Kadıköy'de de bile bile buna devam ediyoruz.