Özgür Bey, kardeşinizle birlikte Özgüven Mimarlık çatısı altında çalışmaya nasıl karar verdiğinizi öğrenebilir miyiz?
ÖzgürÖ: Mezun olduğum 2000 yılı deprem sonrasına denk geldiğinden, o dönem mezun olan herkes gibi karmaşık bir ortamın içinde kaldım. Şantiyelerde çalıştığım için, 2004'e kadar Erzurum, Sakarya, Ankara, İstanbul gibi farklı illerde, farklı projelerde bulundum. Deprem evleri, köprü, okul yaptık. O dönemki avantajımız, mezun olup gittiğimiz yerde bizden daha deneyimli kimsenin olmayışıydı. İnisiyatif bize kaldığı için de kendimizi geliştirme şansımız oldu. Şantiyelerde, alçının nasıl yapıldığını öğrenmek zorunda kaldık, araştırma yönümüzü geliştirdik.
Kendi işimizi kurana kadar da bu hep böyle oldu. Çalıştığımız yerde, patronlarımızın projeye hâkim olmadığını, işe sadece para odaklı baktığını gördük. "Mühendisler, mimarlar olarak daha iyisini yapmalıyız" dedik. Daha iyisini yapabileceğimize inandığımız için de kendi işimizi kurmaya karar verdik. Kimi zaman 48 saat uyumadığımız oldu. Bir firmada çalışırken gösterdiğiniz çabayı kendi işinizde gösterdiğiniz zaman başarılı olmanız kaçınılmaz.
UğurÖ: Başka bir firmada nasılsanız kendi işinizi kurduğunuzda da canla başla çalışmalısınız. "Kendi işinse neden bu kadar çalışıyorsun?" tabiri bana yanlış geliyor. Daha önce çalıştığımız yerlerde gösterdiğimiz çabayı şimdi kendi işimizde de gösteriyoruz. Çalıştığımız firmalarda ne kadar emek veriyorsak şimdi de aynı emeği veriyoruz. Tek fark, vergi levhasında bizim ismimizin yazıyor olması.
ÖzgürÖ: Başka bir yerde çalıştığınızda, gösterdiğiniz çabaya rağmen karar verme yetkisinin ancak % 20'si sizde oluyor. Doğru olanı biliyor ama kararı siz veremiyorsunuz. Harcadığınız enerjiyi doğru yere yönlendirmelisiniz. Uğur'un dediği gibi, vergi levhasında isminiz yazdığı zaman, sizce doğru olanı yapıyorsunuz demektir. Karar yetkisi, inisiyatif sizde oluyor. Kendi şirketimizi kurmaya karar vermemizin en önemli sebebi budur.
Ankara ve İstanbul olarak iki ayrı ildeki ofislerinizle hizmet veriyorsunuz. Şubeler arası iş bölümünden bahsedebilir misiniz?
UğurÖ: Önce İstanbul şubemiz açıldı, kısa bir süre sonra da Ankara… Ofis ilk açıldığında, "Daha önce neredeydiniz? İşte, alın, burada 500 bin metrekarelik bir projemiz var" diyecekler zannettik ama beklentilerimizi karşılayacak bir proje gelmedi. Bir taraftan da yapmak istediğimiz şeyler vardı. Bu esnada yüksek lisansa kaydoldum.
O dönemde İstanbul ofisinde başka bir ortağınız vardı sanırım...
Evet, İsmail Karatay. Çok çok yetenekli bir mimar, çok düzgün bir insandır. Zaten insani değerler bizim için çok önemli… İsmail, son çalıştığım firmadan arkadaşımdı. Oradan sonra birlikte çalışmaya karar verdik. İnsan başlangıçta yanına bir destek arıyor, fikir danışabileceği birilerini istiyor. İsmail de iyi firmalarda çalışmış, önemli deneyimler kazanmış bir mimardı. Fakat 2 - 2,5 ay gibi kısa bir süre sonra kişisel nedenlerle bu oluşumu bırakmak istedi.
Yeni kurulmuş bir ofis olarak ilk etapta kendinizi piyasaya kabul ettirebilmeniz çok zor. İş başvurusunda bulunduğunuzda karşı taraf; Nerelerde çalıştın? Hangi programları kullanabiliyorsun? Yeteneklerin nedir? diye sorar. Firma kurup, bu benim işim dediğiniz zamansa, "ne yaptınız?" sorusu çıkıyor karşınıza. Bunu fark ettiğimde önce bir hayal kırıklığı oldu.
Berbere gittiğinizde işe yeni başlamış genç çocuklar görürsünüz, kimse onlara teslim olmak istemez. Ben gitmezsem, sen gitmezsen kim gidecek? Biz de, madem düz yoldan gidemiyoruz o zaman tünel kazacağız dedik. Bir şekilde kendimizi göstermemiz gerekiyordu. O dönem piyasada çok belirgin eksikler olduğunun farkındayız. Altyapımız da hazır ama bunu bir şekilde sunmamız gerekiyor.
İlk etapta ulusal yarışma projeleri ile başladık. Hiçbir sonuç alamadık. Üzerinden zaman geçtikten sonra fark ettim ki her kurumun, her firmanın, her yarışmanın disiplini çok farklı… Muhteşem bir mimar olabilirisiniz ama sizin özellikleriniz o disiplinin özellikleriyle örtüşmeyebilir. Yarışmalar sayesinde bunu görmüş olduk ama "yenilen pehlivan güreşe doymaz" durumu var. Hala arada bir yarışmalara giriyoruz. Katılamasak da şartnameleri, kazananları, kazanmayanları inceliyoruz. Buna hobi mi dersiniz bilemiyorum, ama işin o kısmını önemsiyorum. Zaten ticari hayatta da devamlı olarak yarış halindeyiz.
Deprem sonrasında inşaat firmalarında ciddi bir mimarlık - mühendislik bilinci oluşmaya başladı. Artık, "Şu ana kadar bu işe para yatırmadık ve sonuç ortada. Bundan sonra ne yapabiliriz?" diyorlar.
Tabi piyasada da ciddi bir rekabet ortamı oluştu, çok fazla proje üretiliyor. Öte yandan yurtdışında edinilen müteahhitlik bilgisinin aktarımı da mühendislik açısından önemli bir deneyim oldu, değil mi?
Kesinlikle. İlk etapta ekonomi tamamen dışarıda bırakıldı. Çalıştığımız, staj yaptığımız yerlerde hep, "fazladan kolon koydun mu?" sorusu sorulurdu. Örneğin hesaba göre radye temel 70 çıkar, "sen onu 1,70 yap" denirdi. Bunların oturması elbette zaman aldı. İlk etapta firmalar teknik eleman arayışına geçti. Sonra inanılmaz bir yarışma ortamı oluştu. Firmalar, 4-5 tane ofis belirleyip bir nevi davetli yarışma yapmaya başladı. Biz de işe bu şekilde başladık ve giderek sektördeki önemli isimlerle proje yarışına girer olduk. Özel davetli yarışmalar arasında bugüne kadar katılıp da kazanamadığımız bir tek yarışma oldu.