Bugün Türkiye'deki pek çok başarılı mimar, Amerika'da, hele ki New York'ta bir ofis açmıyor veya açmaya cesaret edemiyorlarsa, bu durum sizin belli bir noktada farklılaştığınız anlamına geliyor. Gezebilir mimarlığın nimetlerinin ötesinde, bu farklılığı yaratan nedir?
Bilmem ki...(gülüyor) Bir kıyaslama yapmak ne kadar doğru, bilmiyorum; ancak şunu söyleyebilirim. Zaten Türkiye'de bu işin eğitimini doğru düzgün alan ve hakkıyla veren insan sayısı çok az. Mimarlık okumuş olmak pek çok kişiyi, sanılanın aksine, mimar yapmıyor. Dolayısıyla kalanların ne yaptığını detaylı bilmiyorum, aslına bakarsanız ilgili de değilim. Benim için ise şu geçerliydi: Benim bir aklım var ve ben onunla her zaman, her yere gidebilirim, her şeyi yapabilirim. Bakın, yabancı bir çok mimar bugün bir çok yerde iş yapıyor. Gelişmekte olan ofisler ise dünyanın ana merkezlerinde dolaşıyorlar, hatta bu ana merkezler de hareket edebiliyorlar. Biz o noktada, en başta tersini düşünmüş olsak da, merkezimizi New York yapmaya ve İstanbul'u bir şube ofis olarak kullanmaya karar verdik. Hatta üç sene kadar İstanbul'a hiç uğramadık; ama burada işler yürüyordu.
O halde siz neredeyseniz, merkez ofisiniz de orası, diyebilir miyiz?
Aslında, tam tersi bile diyebilirim. Örneğin, şu sıralar Ecole Speciale Architecture'da atölye dersleri veriyorum, bu yüzden de iki haftada bir, zaman zaman her hafta Paris'te bulunuyorum. Şu anda orada iki ofis yapıyoruz, üzerine konuştuğumuz ve geliştirdiğimiz projeler var. Dolayısıyla Paris'de bir ofis açmak söz konusu olabilir. Fakat şubeler de, merkezler de gezebilir; onlar da değişebilirler. Başka ofisler açmaya her zaman varım.
Böylesine ‘yersiz-yurtsuz' bir mimarlıktan bahsederken, bir ‘yer'e ofis açmak niye? Tüm işlerinizi buradan yürütmek de pekala mimarlığınızın gezgin olmasını sağlayabilir...
Ben bugün, bir ülkeden bir şehirden alınacak eğitimlerin, algılanacak ortamların yeterli olmadığını düşünüyorum. Birbirine benzeyen veya birbirine aykırı olan şehirler var. Biz burada dere boyunda savunma amaçlı kurulan şehirlere sahibiz, yani kontexti güçlü şehirlerdeyiz, ama yeni bir şehir konsepti üretmenin de hiçbir tarafı vahim değil. Örneğin iki gün önce Dubai'deydim. Bir mimar olarak sıfırdan kurulan bir şehire karşı büyük bir heyecan duydum; Dubai belki de dünyanın en büyük şantiyesi. Ama orada, mimarlık işlerini yöneten bir tek yerel firma var, başında da Columbia'dan mezun bir çok genç bir mimar... Şehre eklemlenecek tüm projeler başka yerlerde yapılıyor, çünkü o şehirde yapılmak istenen bu: Başka ‘yer'lerden bir şeyleri bir araya getirmek, o şehrin konsepti. Buna şehir denir mi denmez mi, bunlar bayat tartışmalar. Dolayısıyla ben de, Paris için, New York için bir takım düşünceler taşıyabilirim. Bunun için de o şehirden öncelikle beslenmem, orayı gözlemlemem gerekir. Başkalarını bilemem ama, ben sabah kalkmaya, gündüz bakmaya ihtiyaç duyuyorum. Öte yandan, dünyadaki çoğu mimarın kafası çok karışık; çünkü çok eski bir meslek geçtiğimiz yüzyıl mecrasından kaydı. Mimarlık yerini arıyor, ilişkilerin mecrasını arıyor, nereye konumlanması gerektiğini arastiriyorum.. 25 yıl boyunca bunu aradım; daha yeni buldum. Diğer meslektaşlarda ve müşterilerimde karşılaştığım kafa karışıklığını gidermek de ancak buranın dışına çıkıp, başkaları için mimarlık gibi görünmeyen işlerle uğraşarak mümkün oldu. Bunun için yurtdışındada deneyimlemeye,üretmeye ihtiyaç duyuyorum.