Yıldız Teknik, İTÜ gibi okullarda atölye dersleri verdiniz. Mimarlık öğrencileri, ve onlar üzerinden Türk mimarlık ortamına dair bize ne söyleyebilirsiniz?
Nasıl bir şeyse, ben ikinci yarıyılda bir derse girdiğimde, hepsinin aynı şekilde konuştuğu, yaşlı insanlar gibi davrandıkları bir durumla yüz yüze geliyorum. Mimarlık öğrenciliğine dair bir başka konu daha var: Aynı üniversitenin resim veya endüstriyel tasarım bölümündeki öğrencilerin güleryüzünü mimarlık öğrencilerinde göremiyorsunuz. Buna şaşırıyorum, neden böyle bir şey oluyor? Çünkü çocuklar, kaldırım taşının kenarından, Belediye Başkanı'nın bir sözüne kadar her şeyden kendilerini sorumlu hissediyorlar. Aslında sorumlu değiller ki! Bana bu konuda bir sürü şey söylüyorlar. Kaldırımın kötülüğü mimarın sorumluluğu değil ki, sorunu bile değil! Elbette kente dair her şey mimarın sorunu, fakat o başka bir iş ve toplumsallığı tarifler. Kaldırım taşının kalitesi, rögar kapaklarının şekli, toplumun medeniyetiyle ilgilidir, mimarlıkla değil. Mimarlık da yapa yapa gelişen, değişen bir şeydir; yapmaktan korkulmamalıdır, hatayla gelişir. Mimarlık, kendisinden önce yapılanları görerek, gezerek, yeri geldiğinde tekrar ederek öğrenilir. Daha iyisini icad edemezsen yerçekimine, hava koşullarına, coğrafi koşullara karşı, daha önce deneyimlenmiş olanları kullanmaya devam edersin. Yenilik, bilinenin aksine, formdan degil, detaydaki halletme ve materyallerde aciga cikan yeni potansiyellerden meydana gelir. Bunlar desteklenmezse form, biçim değişemez. Yapılabildiği gibi yapılmaya devam eder. Ben bu sene profesyonel meslek hayatımda ilk çeyrek yüzyılımı doldurdum. İnanır mısınız, pek çok şeyin cevabını 25 yıl düşündüm ve çoğunu yeni yeni buluyorum.
Tüm bu bahsettikleriniz üzerinden şunu sormalıyım: Bahsettiğiniz öğrenim hayatından geçenler, mesleki hayata atılıp sizin büronuza geldiklerinde bir tür ezber bozma sürecine giriyorlar mı?
Burası bir beyin yıkama atölyesi değil. Tam tersine, her şey kendi mecrasında öğütülür. Herkes kendi kafa karışıklığını yaşayacak, herkes kendi sorularını soracak, her şeyin çözülmesinin bir zamanı var. Dolayısıyla burada, birisi geldiğinde ‘bak bundan sonra böyle olacak!' dediğimizde, onun pek çok özgün sorusunu ve bağımsızlığını korumamış oluruz. Halbuki bizim aramızda bu konuşmaları farklı düzlemlerde yaptığımız arkadaşlarımız var; bu konuları hiç tartışmadıklarımız da mevcut. Konuşamadığımız, paylaşamadığımız o kadar çok şey varki...
Büronuzdaki çalışma mantığını, sistematiğini biraz anlatır mısınız?
Aslında belirgin bir mantığı yok, bir sistem üzerine de oturtmuyoruz. Burada tek bir ortak nokta var.. Her projenin kendi mantığını çözüyoruz. Bizi açıklayabilen, proje mantığımızın en iyi anlatan bir makale var: Uğur Tanyeli'nin Garanti Galeri'deki son sergi için yazdığı ‘Bitmiş Form Yerine Süreci Tasarlamak' isimli son sergi yazısıdır. Bizim proje mantığımız da, ancak süreçleri tasarlamak üzerine kuruludur.
Peki süreci nasıl belirlersiniz?
Süreci keskin bir şekilde tasarlarsak, o da statikleşir. Dolayısıyla süreç güdümümüz duruma göre değişiyor, insanlara göre, zamana göre, bütçeye ve lokasyona göre, o günkü paşa gönlümüze göre... Mimarlık zaten, bina neredeyse oradadır. Tam da bu yüzden statik bir yapıya sahip olmamalıdır. Hele ki bilgisayarlar ve internet sayesinde, bugün bunu başarmak, yere bağlı olmayan, gezen bir mimarlıkla uğraşmak çok daha kolay.
Ofisinizde keskin bir hiyerarşi yok gibi görünüyor. Bu ofisin çıkardığı her ürün, kollektif bir beynin yaratısı mıdır, yoksa yaratıcı beyin olarak Gökhan Avcıoğlu'nun eseri midir?
Bazen benim fikirlerim olur, ya da çok önceden çiziktirilmiş bir şeyler vardır ve onun vakti gelmiştir. O bir yana, ben paylaşmayı seven bir adamım, grup çalışmasından, iş birliklerinden ve ortaklıklardan beslendiğime inanıyorum. Bu yüzden de birlikte çalıştığım arkadaşların katkılarından maksimum düzeyde faydalanmaya çalışırım. O yüzden bu ofisin çıkardığı her bir projede benim katkım ne kadardır, nerede başlar, nerede biter; bunu bile bilmiyorum. Dolayısıyla birlikte çalıştıklarımızın da katkılarının ne olduğu, kendi vicdanlarının cevaplayabileceği bir sorudur. Her projeden sonra elbette bir liste çıkarılır, projede yer alanlar orada bellidir. Ama bu en nihayetinde, bir sinema filminin sonunda çıkan isimler gibidir: Filmi yaratan kıvılcımın nereden çıktığı, nasıl olduğunu anlatmaz. Çoğunlukla onu var etmek, onu koruyabilmek, gerçeğe dönüştürecek teknikleri kullanmak önemlidir. Her proje çok farklı bir araya gelişlerdir. Ama çekirdeğin ne oldugunu, onu saran aurayı ve arkasında kim olduğunu farkedersiniz.