2009 yılından beri projelerinizde BIM kullanıyorsunuz. BIM süreci nasıl başladı, proje süreçlerini yürütmenizde nasıl bir katkısı oluyor?
ND: Aslında BIM sürecimiz 2008 yılındaki kriz döneminde başladı. O zamanlar daha çekirdek bir kadroyduk ve çok kısıtlı sayıda iş vardı elimizde. İş yoğunluğu anlamında daha rahat bir süreç olması anlamında kriz dönemleri bir şeyler öğrenebilmek için fırsat doğuruyor. Biz de bu dönemi kursa katılarak değerlendirmek istedik. O sırada Prota Bilgisayar’ın bir Revit kursu açtığını öğrendik. Sonrasında ekip olarak kursa katılma kararı aldık.
OE: Aslında bizim kursa başlamadan daha önce Revit lisanslarımız vardı ama kullanmıyorduk. AutoCad kullanmaya devam ediyorduk.
OE: Biz koyu AutoCad kullanıcısıydık ama…
ND: Bu bağlılık biraz da Orçun Bey’in AutoCad eğitmenliği yapmasından kaynaklanıyordu.
OE: Evet, öğrenciyken Mimarlar Odası’nın kurslarında ders veriyordum.
ND: Bir de ofisin ciddi bir AutoCad kültürü vardı. Dolayısıyla oturmuş bir düzeni bozmaya yönelik bir hamleydi bu. Ama son derece keyifli bir kurs dönemi geçirdik, yıllar sonra yeniden öğrenci olmuştuk, sınav bile oluyorduk.
UF: Ödev yapıyorduk. Ya da birimiz yapıyor, birimiz yapmıyorduk. (Gülüyor)
ND: Kurs sonunda bir proje üzerinde programı denemeye karar verdik. Hatta bu bir yarışma projesiydi. Başlangıçta özellikle kendi adıma çok sıkıntı yaşadım. Çalışırken Auto Cad’e yöneliyordu elim. Orçun Bey gelip kapatıyordu bilgisayarı, “Hayır Revit’te yapılacak, proje bir ay gecikse bile bu proje Revit’te tamamlanacak!” diyordu. Revit’e geçiş aşamamızda kısıtlı bir kadromuzun olması süreci hızlandırdı aslında. Sürecin devamında ise kadro büyüse bile üstteki yönetimin bu bilgiye haiz olması da çok önem arz ediyor.
OE: Bu gibi süreçlerde yönetimin bir irade ortaya koyması gerekiyor.
ND: Evet, çünkü farklı bir programa geçiş aşaması gerçekten çok kolay değil. Özellikle söz konusu Revit olunca, donanım anlamında ciddi bir altyapı gerektirmesinin yanında, tek başına program maaliyeti de diğerlerine göre çok yüksek. Bu nedenle büyük bir kadroyla bu sisteme geçmek çok güç.
İlk zamanlar işe alım konusunda biraz sıkıntı yaşıyorduk, çünkü o sıralarda program pek bilinmiyordu. İşe başlayanları bizim yetiştirmemiz gerekiyordu. Bugün ise Revit bilen birisini bulmak daha kolay olsa da artık iş başvurusunda bulunanların Revit bilmemesi bizim için çok da önemli bir kriter değil. Çünkü ofiste kurduğumuz altyapı sayesinde 2-3 haftada öğrenilebiliyor. Bir yandan da ofis kültürü içinde öğrenilmiş oluyor.
OE: BIM sistemini kullanmaya başladığımız 2009 yılından bu yana farklı başlıklarda ve farklı ölçeklerde çok proje yaptık ki, azımsanamayacak bir deneyim biriktirdik, bu deneyim Nilgün Hanım’ın bahsettiği ofis kültürününün önemli bir parçasını oluşturuyor. Bugün ise 10 yıllık deneyemimizi ileriye taşıyoruz, şu anda şantiye sürecinin bile BIM ile yürütüldüğü bir proje takip ediyoruz Rönesans ile.
Avrupa’da biliyorsunuz BIM 1, BIM 2, BIM 3 şeklinde başlıklar var. Türkiye bu anlamda hep bir adım geriden geliyor. BIM önce modelleme aracı olarak algılandı. Mesela Rhino ile Revit’i kıyaslayanlar oldu. Biz bu 10 yıl zarfında hemen hemen tüm süreçlere BIM’i dahil ettik.
300 - 400 m²’lik bir villayı da BIM ile deneyimleme şansımız oldu. Ankara’nın en büyük karma kullanım projesi, Merkez Ankara projesini de, yaklaşık 350-400 bin metrekarelik bir alan, tamamen BIM ortamında çizdik. Çok büyük ölçekli projelerde de bu yazılımı denedik. Herkesin ölçek büyüyünce program yetiyor mu, bilgisayarlar teknolojik olarak yeterli kalıyor mu gibi endişeleri oluyor. Ama işin aslı öyle değil, sistematiği ve metodolojiyi oturttuktan sonra metrekareden bağımsız olarak her türlü proje milyon metrekare de olsa çizilebiliyor.
Ofisin tanınırlığını artıran kırılma noktası diyebileceğiniz bir proje ya da bir dönem var mı? Ya da sizin çok severek ortaya koyduğunuz bir proje...
OE: Birden fazla proje var. Örneğin, Can Ersan’ın Gaziosmanpaşa’da bir apartman dairesi için çizdiği proje, benim hastanedeki doğum masraflarımı ödemiş. İlk kırılma noktamız işte bu (Gülüyor).
Sonrasında, ofis tarihine bakınca Angora Evleri önemli bir mihenk taşı, yine Can Ersan döneminden. İlk dönemlerde Tunalı’da ciddi pasajlar var, Vedat Dalokay ile beraber çalışılmış. Gümüşsoy Pasajı, Aynalı Çarşı bunlardan bazıları... Bir de Park Oran projesi ofis için bir kırılma noktası olarak sayılabilir. Bu proje, Park Oran Ofis binasıyla beraber olduğu için önemli. Ankara Büyükşehir Sarayı da öne çıkan yapılardan biri. EGO Genel Müdürlük binası olarak tasarlamıştık aslında ilk önce.
Angora Evleri, Ankara, 1992
ND: Ersan Evi projesi var daha sonrasında.
Ersan Evi, Bodrum, 2011
OE: Evet, o ilginç bir deneyimdi; Can Ersan’ın kendi oturduğu evi yapmak. Bu projeyi Sûha Özkan, Mies van der Rohe Ödülü’ne aday göstermişti. Bu da bizim için bir kırılma noktası diyebiliriz.
Zaten Park Oran sonrası ofis bir değişim dönemine girmişti. Yavaş yavaş Can Ersan’ın geri çekildiği ve ikinci kuşak ekibin daha fazla sorumluluk aldığı ve yönetimde bulunduğu bir dönemin başlangıcından bahsediyoruz. 2007’de Park Oran projesinin çizilmesinden sonra ise özellikle de son 5 yıldır da artık nerdeyse her projeye, ofisin çizgisinde, dilinde kendini belli eden farklı bir tasarım süreci dahil oldu. Bizim için diğer önemli bir proje ise Nefis Çankaya Evleri projesidir. Bu YP İnşaat’ın davetli bir yarışma projesiydi ve Nilgün Uğur ve benim ekip olarak kazandığımız ilk davetli yarışmaydı, devamında kazanacağımız davetli yarışmaların öncüsüydü.
Parkoran Konutları, Ankara, 2007
Koordinat Çayyolu projesi, Batıkent Karma Kullanım Projesi ve bunlar gibi son dönemdeki pek çok projeyi önemli olanlar arasında sayabiliriz. Ama Angora Evleri ve Park Oran ACE Mimarlık’ın geçmişindeki iki önemli mihenk taşıdır.
Nefis Çankaya Evleri, Ankara, 2104-2015