Bu noktada kentsel yoksulluk ile birlikte tanımlamaya başlanan bu "ötekileştirme" politikaları, rant projeleri, yoksul bölgelerde yaşayan etnik gruplara karşı sivil toplum örgütleri ve meslek örgütleri ne yapabilir?
Öncelikle sivil toplumun çok geniş ve eski bir kavram olduğunun altı çizilmeli. Farklı hallere de karşılık gelseler, aslında meslek odaları ve STK'ların geçmişi çok eskilere dayanıyor. Yani, bu işin geçmişinden öğrenebileceğimiz deneyim çok. Dolayısıyla, yapılacak olanları bu deneyimlerin üzerine inşa etmekte fayda var. Diğer yandan sivil toplumu ortak akla sahip bir yapı gibi düşünmek de çok sakıncalı bence. Sivil toplum, içinde yaşadığı coğrafyanın çeşitliliğini yansıtır. Bu çeşitlilik ne kadar fazla ise, demokratikleşme adına o kadar kazanım imkanı doğar ve bu kazanımlar da aslında sivil toplumu oluşturan öznelerin çatışmasından doğar.
Kastettiğiniz şey çoğulculuk mu?
Evet, klasik anlamda çoğulculuktan ve onun üzerine kurulan radikal demokrasiden bahsediyorum. Böyle bir olgu üzerinden düşünürken normatif olmamakta fayda var. Yani, neler yapılmalıdır sorusu ancak sivil toplumun beni de içine alan özneleri üzerinden yanıtlanabilir bir soru. Benim içinde bulunduğum özneler de bu tip soruları birlikte tartışıp yanıtlamayı tercih eder. Bu da sivil toplum üzerinden bir genelleme yapmayı engeller doğrusu.
Dolayısıyla ben STK'ların neler yaptıklarından, neler yapamadıklarından ve bunların nedenlerinden bahsetmeyi tercih ederim. Ayrıca böyle bir soruyu yanıtlarken de sendikaları dışarıda bırakmamak ve klasik STK'ları sivil inisiyatiflerden ve mahalle derneklerinden ayırmak gerektiğini düşünüyorum.
Sendikalarla başlayalım o zaman...
Sendikaların endüstri devrimi sonrasında başlamış mücadeleleri aslında aynen devam ediyor. Evet, çok yıpratıldılar, güçten düşürüldüler, bölündüler, etkilerini kaybettiler… Bu tespitlerin tamamı bugünün dünyası için doğru, ama Tuzla'da tersane bölgesinde tersane işçilerinin hayatlarını korumaya çalışan, 1 Mayıs'ta özgürlük ve eşitlik adına meydanları doldurmak isteyen, her şeye rağmen hala toplu sözleşme ve grev haklarını elinde bulunduran bir sendikal varlığı da kimse inkar edemez doğrusu. Yani sendikalar, sistem içi yoksullukla mücadelenin hala en güçlü sivil öznesi konumundalar ve bence bu durum daha iyi bir örgütlenme biçimi icat olunana kadar değişmeyecek. Ancak mücadelenin ekseninin değiştiği de açık. Fazla uzatmak ve normatif olmak istemiyorum asalında, ama bu eksen üzerinden düşünüp, kendi özeleştirilerini yapmak ve yenilenmek sendikalar için acil bir gereklilik bence. Bu yenilenme için belki de en öncelikli konu olan küreselleşme karşısında güç kazanmak için "Dünyanın bütün işçileri birleşin" sloganını hatırlayıp, yeniden dünya ölçeğinde bir birliği hedeflemek gerekiyor. Bu açıdan, son yıllarda üzerinde çalışılan Avrupa Sendikalar Birliği gibi oluşumlar bence önem taşıyor.