Öncelikle sizden I-AM’in kuruluş hikayesini dinlemek isteriz.
Ertuğrul Yurdakul: 2001’de ODTÜ’den mezun olduktan sonra kendi mimarlık firmamızı kurduk. 2006 yılında ofisimizi Ankara’dan İstanbul’a taşıdık.
Emre Kuzlu: Evet, Ankara’dan İstanbul’a geldiğimizde ufak bir ofisimiz vardı; hem mimarlık hem de iç mimarlık yapıyorduk. Özellikle mimarlıkla birlikte, Ertuğrul’un grafik tasarım becerisi sayesinde marka yaratma odaklı projelere de ucundan dokunabilmeye başlamıştık.
I-AM aslen 1997 yılında Londra’da kurulan multi-disipliner bir tasarım ofisi. Garanti Bankası’yla bir araya geldiklerinde İstanbul’u çok sevdikleri için, burada bir ofis kurma fikirleri oluşuyor. Garanti Bankası’ndan da bir arkadaşım da onlara bizi tavsiye ediyor. Bir gün telefonum çaldı, “böyle birileri var, tanışmak ister misiniz?” diye. Biz de “tanışalım,” dedik ve Ertuğrul ile birlikte Tünel’de I-AM ile bir araya geldik. I-AM’in Türkiye ofisinin hikayesi o akşam başladı, diyebilirim. Çok hızlı, 5-6 aylık bir süreçte şirketi kurduk. Kendi yapımızı I-AM’e dönüştürdük.
EY: İlerleyen süreçte I-AM, daha global bir yapıya kavuştu. İstanbul ofisi de ölçek olarak çok büyüdü. O nedenle, üç Türk, üç İngiliz ortak olarak globalde yeni bir yapılanma sürecine girdik.
EK: İstanbul ofisi, Londra’dan daha büyük ölçekte şu anda. Bu nedenle daha mantıklı hale geldi şirketleri birleştirmek. Bunun bir başka nedeni de “360 derece deneyim tasarımı” yaklaşımımız; biz mimarız, mimarlık ve iç mimarlık projeleri yapıyoruz. Bununla birlikte endüstriyel tasarım ölçeği de işin içine giriyor. Yarattığımız projelerde bir de marka tarafı var. Günümüzde deneyimin bir parçası da dijital olunca, bütün bunların birlikte kurgulanması gerekiyor. Dijital, araştırma ve servis tasarım ekiplerimiz burada. Marka ekibi Londra’da biraz daha etkin. Mimarlık, yoğunlukla yine İstanbul’da yer alıyor. Böyle baktığımızda aslında, bütün farklı uzmanlıkları tek bir yapı altında toplamak daha anlamlı oluyor.
Emre Kuzlu
Peki bu ofisler arasında iş bölümü olabiliyor mu?
EY: Tabii, her ofisin bir uzmanlığı var. Londra ofisi örneğin, yeme-içme alanı için marka yaratma konusunda daha tecrübeli. Biz de başka konularda daha tecrübeliyiz. O nedenle, herhangi bir iş alındığında hangi ekip bu konuda daha yetkinse projeyi o ekiple ilerletmeye çalışıyoruz.
EK: Özellikle son dönemde, hiçbir deneyimi salt global kurallarla belli yerlere adapte edemiyorsunuz. Yerel kültürü iyi anlamak gerekiyor. Öyle olduğunda da mutlaka oluşturduğunuz konseptleri, projenin içinde bulunduğu bağlamla bütünleştirmeniz gerekiyor, bunun için de yerel kültür ile bağı olan insanlarla çalışmalısınız.
Örneğin, Kentucky Fried Chicken’ın bütün global konseptini şu anda biz yapıyoruz. Konseptin Avrupa’daki restoranlara, Türkiye’deki ya da Orta Doğu’dakilere adaptasyonu birbirinden çok farklı. Burada ofislerin yerel kültürü anlamadaki etkisi ortaya çıkıyor. Marka yaratma sürecinde özellikle doğru konumlandırmayı yapabilmek için yerel kültürü çok iyi bilmelisiniz. Bizim bu anlamda hem global hem de yerel bir yaklaşımımız oluyor, açıkçası bunun avantajını da görüyoruz.
Ertuğrul Yurdakul