Küreselleşmenin yeniden üretim sürecinden nasibini alan İstanbul’un sermayeye bağımlılığı her geçen gün artarken, son yüzyılın en büyük krizi olarak tanımlanan 2008 krizi çıkagelir...
Manchester'da 1843 yılında endüstriyel şehrin ilk analizlerinden birini yapan Frederick Engels, endüstriyel hayatın açıklamasını anlatan yazısında sadece mekanları tanımlamakla kalmaz, aynı zamanda şehrin mekansal organizasyonun, sömürü ilişkisinin direkt bir sonucu olduğunu da savunur.
Endüstri Devrimi'nin üretim modelini değiştirmesiyle birlikte kent ve kır arasındaki ilişkinin ters yüz olması, kentleri yaşamın odak noktası haline getirir. Üretimin merkezi kırsal alandan kentlere doğru kayarken, tüm fiziksel çevre de yeni baştan örgütlenmek zorunda kalır... Kapitalizm, kenti ve kent mekanlarını kendi çıkarları doğrultusunda; sermayenin birikimini arttıracak şekilde düzenler. Çıkarları doğrultusunda sermayeyi bazı bölgelerde yoğunlaştırarak, kendine yeni kanallar yaratır.
1980'lerde neoliberal politikalarla birlikte ise kapitalizm, küresel kapitalizme evrilirken, kapitalizmin kent algısı da değişir. Eskiden emeğin üretildiği kentler, artık sermayenin üretildiği mekanlar haline gelir. Sermayeyle olan bu ilişkisinden dolayı da kentler, sistemde yaşanan hareketliliğin en somut olarak hissedildiği mekanlardır.
Küresel kapitalizm, yeni kavramlar aracılığıyla kenti yeniden ve yeniden üretmeye devam eder. Kent, artık kapitalizmin bir nesnesidir. 19. yüzyılda dünya kapitalizmine eklemlenen İstanbul da elbette bu yeniden üretim sürecinden nasibi alır. İstanbul'un sermayeye bağımlılığı her geçen gün artarken, son yüzyılın en büyük krizi olarak tanımlanan 2008 krizi çıkagelir...