İlk bina uygulamanız hangisiydi?
MÜ: Tarımsal Araştırmalar ve Politikalar Genel Müdürlüğü’ne yaptığımız Biyoteknoloji Araştırma Merkezi. Yaklaşık 2000 m2’lik küçük bir binaydı. Bir de 2008 yılında davetli yarışma birciliği ile aldığımız Türk Telekom - ODTÜ Teknokent AR-GE Binası var. Bir binanın uygulama projelerinin nasıl çizildiğini, nasıl inşa edildiğini öğrendiğimiz, bütün o pratikleri anladığımız bina odur.
Türk Telekom - ODTÜ Teknokent AR-GE Binası
Peşpeşe iki teknoloji yapısı yapıyorsunuz.
MÜ: Evet, öyle denk geldi. Tabi bir işi almak var, bir de işi yürütmek. Türk Telekom projesi mimari üretimin ne kadar sancılı ve çok aktörlü bir süreç olduğunu anladığımız binaydı. Binanın yarışma halinin bozulmaması için çok emek verdik. Yapıyı bütçe nedeniyle önce üst iki katını keserek küçültmek istediler, sonra epey çabayla iki blok yapmaya ikna ettik, altındaki bodrumlar atıldı. Yani bir binanın başına ne gelebilirse geldi, hâlâ da gelmekte (gülüyor).
AÖ: Proje süresince 23.000 m2’den 39.000 m2’ye büyüdü. Sonra bütçe bitti. 17.000 m2’ye küçüldü.
Bir de dört farklı şirketle muhataptınız...
AÖ: Evet, bir de bunlara ek olarak onların ana şirketi Türk Telekom, ODTÜ Teknokent ve yarışma jürisi vardı.
MÜ: Farklı bir deneyimdi, paniklemeyip devam etmeyi öğrendik.
AÖ: Tabi ilk yapılarımız derken, aslında İzmir Büyükşehir Belediyesi için İZBAN metrosunda çok sayıda proje yaptık. İnşaat süreçleri çok sancılı oldu, bitmeyen bir metro inşaatı... İçerisinde bulunduğumuz istasyonlar grubu, Menderes-Aliağa hattıydı.
O zaman kamusal alanda çalışmaya orada başladınız.
AÖ: Evet. Bir de ilk mezun olduğumuzda geçimimizi sağlamak için Milli Savunma Bakanlığı’na güçlendirme projelerine ek olarak Kültür Bakanlığı’na restorasyon projeleri yapmıştık. Bunların bazıları uygulandı. Nasrettin Hoca Evi ve Bafra Müzesi yapıldı. Bazıları rölöve ve renovasyon işleriydi, diğeri de restorasyon.
MÜ: Ölümüne bir çalışmaydı, hakiki anlamda ama..yani ahırda ölçü alırken alt kata düştüm (gülüyor).
AÖ: Tabi restorasyon işi öyle bir şey, içerisinde “harabe durumu” ve onun getirdiği zorluklar ve araştırma kısmı da var. Zevklidir ayrıca belirtmek lazım, biz seviyoruz.
Ve farklı şehirlerde çalışma imkânınız olmuş.
AÖ: Genelde kamu işleri farklı yerlere dağılıyordu. Bir yandan da yarışmalara girmeye devam ettik. Birincilik alsak da hiçbiri uygulanmıyordu. Halen de öyle…
MÜ: Zaten yarışmalar ve diğer yöntemlerle gelen işlerin dengesinin nasıl olması gerektiğine o yıllarda karar verdik. Yani sadece yarışma yaparak ya da sadece özel iş yaparak olmayacağını gördük. Ve yarışmalara gire çıka, paftalara baktıkça hangi yarışmaya girmemiz gerektiğini daha iyi tespit etmeye başladık. Girdiğimiz yarışmaların çoğunda ödül aldık ama bunu bir iş alma biçimine çevirdiğimizi pek söyleyemem.
AÖ: Sonuçta bizim her ay başında kirayı ödememiz gerekti ve yarışmalar ofisi ekonomik olarak döndürme anlamında bize bir rahatlık veremedi hiçbir zaman.
MÜ: İstanbul tercihi de buna bağlı aslında. Bu sıkışmışlıktan kurtulmak ve iş çeşitliliğini ve hacmini arttırarak rahatlamayı hedefledik.
AÖ: İşveren sayısını arttırmak. Bence ilginç bir tarihe de denk geldi. Buna şimdi daha eleştirel yaklaşıyorum. Buraya gelmemiz bizi farklı işverenlerle buluşturdu ama İstanbul’daki masif yapı üretimi 2014’ten sonra düşüşe geçti. Ankara’da ise tersine, tasarruf dönemi sona erdi. Devlet yapı sektörüne tekrar ağırlık verdi ve 2009’dan sonra bu süreç çok hızlandı.
Çünkü İstanbul belli bir doygunluğa ulaşmıştı…
AÖ: Evet ve devlet inşaatı bir ekonomik model olarak çok kuvvetlendirdi. 2000’lerdeki bolluk döneminde özel sektör çok kuvvetliydi, dolar yerinde sayıyordu ve insanlar yatırım yapıyordu. O sırada İstanbul inşaata doydu, biz aslında ondan sonra buraya geldik. Belki de iyi oldu, masif konut üretimlerinden korunmuş olduk uzun yıllar…
Bir yandan da İstanbul bir laboratuvar işlevi gördü. Burada öğrenilenler diğer şehirlere aktarılmaya çalışıldı. Bu Ankara’nın yanında diğer kentler için de geçerli. Şimdi hangi kente gitseniz benzer yapılaşmaları görüyorsunuz.
AÖ: Kesinlikle, Türkiye bunu devlet ve özel sektör olmak üzere iki yoldan yaptı. İstanbul’daki özel sektör Bursa, İzmir, Antalya gibi kentlerde de benzer uygulamalara girişti. Ya da İstanbul için küçük ama taşra için büyük firmalar buradakileri taklit ederek bir şeyler yaratamaya başladı.
MÜ: Ankara ofisi, İstanbul’a geldikten sonra da bizim için hep aktif bir yerdi, hâlâ daha öyle. Oradaki çalışanların en yenisi 3-4 yıllık, en eskisi de 12-13 yıllıktır. Biz zaten bu pratiği 16 senedir yürütüyoruz. Dolayısıyla bizim için durum daha dengeli oldu. Oradan da iş almaya devam ediyoruz. Bir de Ankara’nın gönlümüzde ayrı bir yeri var. Orada okuduk, eşimiz-dostumuz orada, çok sevdiğimiz bir kent.