"Doğru problem tanımı ve kullanıcı deneyimi hep önceliğimiz oldu"

12 Ekim 2018

ODTÜ ekolünün yansımasını projelerinizde de görüyoruz. Kamusal alanla kurduğunuz ilişkide, öyle bir kampüste okumanın da etkisi olduğunu düşünüyorum. Ya da o ekolün size verdiği formasyonun...

MÜ: Tabi insanların aklına ODTÜ deyince belli yargılar geliyor. Benim için ODTÜ ekolü denilen şeyin bizlere verdiği en önemli beceri bir problemi en kolay akla gelen yollarla ele alıp en bilinir cevapları vermek yerine, problemi yeniden tariflemek ve alternatif cevaplara açık olmaktır. Bugün dünyadaki bütün kentler birbirine benziyor. Ali’yle benim yüksek lisans tezlerimiz de bu konuyla ilgiliydi. Müthiş bir tipolojik aynılaşma ve bunun sonsuz tekrarı. Dünyada buna karşı geliştirilen mimari cevaplardan bazıları -tekrar programlama gibi- bizim üniversiteden beri üzerine kafa yorduğumuz konular. Ama tek cevap yok. Biz önce doğru bir problem tarifi yapıp sonra farklı mimari müdahale stratejileri ile ayrışan mimari mekânlar ve deneyimler üretmek peşindeyiz.

AÖ: Ofisi ilk kurduğumuz zaman Ankara’da özel sektörde iş olmadığı için devlete ya da belediyelere iş yapma şansı bulduk. Bu da kamu yapısı yapma şansımızı artırdı. İstanbul’daki genç mimarların büyük bir kısmı yarışmalar dışında konut sektörünün boğuculuğuna girerken, biz öğrenci yurdu ve kampüs projeleri yapma fırsatı bulduk ve kamusal alanı tasarlamak ile ilgili ODTÜ ekolünün bize öğrettiği stratejilerin üzerine yenilerini öğrenme ve deneme şansı bulduk. Mucip’in bahsettiği doğru problem tanımı ve kullanıcı deneyimi hep önceliğimiz oldu.

Öncelikle ilişkinin tasarlanmasından bahsediyorsunuz…

MÜ: Türkiye’de çok uzun stratejik planlamalar olmadığı, bir sürü insan bir sürü başka şey istediği ve süreç tam yönetilmediği için mimarın problemi doğru tarif etmesi gerekiyor. Ankara’daki kamu işleri bizim için bunu öğrenmenin bir laboratuvarı gibi oldu. Bizim çalışma usulümüz açık masa, yatay hiyerarşi şeklindedir. Yani Ali’yle benim ayrı bir odamız yok, ofisin içindeyiz. Bütün projeler bu masanın başında tartışılır. Bu durum müşteriyle kurduğumuz ilişkide de geçerli. Bitmiş görseli önlerine koymak yerine onları da problem tarifine dahil ediyoruz. Daha katılımcı olmaya çalışıyoruz. Bunun çok büyük zorlukları olabiliyor ama çoğu zaman da gerçekten çok iyi sonuçlar veriyor. Bu işverenin yapıyı nasıl kullanacağını ve ne istediğini daha çok düşünmesine yol açıyor. Kullanıcı masada oluyor.

İşveren için de keyifli bir deneyim olmalı, sonuçta bilmedikleri bir alanı keşfediyorlar ve proje sürecine dahil oldukları için aidiyet hisleri güçleniyor.

MÜ: Evet ama bazen de, bir süre sonra, çevrelerinde birtakım eskizler görüp “Bize şöyle havalı bir görsel gelmeyecek mi?” diye şüphe etmeye başlıyorlar.

AÖ: Bu müzakere süreci iki türlü sonuçlanıyor: Eğer özel sektör söz konusu ise ihtiyacının ne olduğunu daha iyi anlıyor ve bizimle tartışırken ne istediğini daha iyi ifade ediyor çünkü elinde eskizler, ihtiyaç programları gibi şeyler katılaşmaya başlıyor. Ve aslında orada görüyor “benim istediğim bu değil” diye. Kamu ise ihtiyaç programını doğru yazmamış olabiliyor. Dolayısıyla kullanıcıyı ve idareyi kamuda işin içine fazlasıyla çektiğinizde ihtiyaç programının yeniden yazıldığını görüyorsunuz ve Mucip’in az önce bahsettiği ‘yeniden programlama’ bazılarında kabul görüyor. Bu her zaman geçerli olmasa da özellikle bazı belediyeler işin daha iyi olacağına inanırsa değişikliği kabul ediyor, hatta “bir önceki işteki gibi eklemek isteyeceğiniz programlar olursa açığız” diye başta kendileri teklif ediyorlar. Tabii o süreçte ihtiyaç oluşursa neden eklenmesin?

 


Kurucu Ortaklar Ali Özer ve Ahmet Mucip Ürger ile...
Tasarım Ekibi ile...
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :