Ayakkabının stüktürü, sizce bu tasarım alanını mimarlık üretimi ile daha yakından ilişkilendirmemizi sağlıyor olabilir mi? İnsanın tüm vücudunu taşıyan bir strüktür olarak ayakkabıyı, mimarlık ile karşılaştırabilir miyiz?Tabi ki… Öncelikle ikisinin de doğru şey üzerine inşa edilmesi gerekiyor. Yani doğru alt yapı önem kazanıyor. Dediğim gibi ayakkabıda bu kalıp… Öyle ki rahat bir kalıp ile rahatsız bir ayakkabı üretmek için, neredeyse ekstra çaba sarf etmeniz lazım. Bir de tabi ki kalıp ile ökçe ilişkisi var. Bilemiyorum bu mimarlık ile karşılaştırıldığında tam olarak neye denk düşer. Ama pont yüksekliğine göre doğru bir ökçe kullanılmışsa, o ayakkabı doğru ve sağlam yere basıyor demektir. Bu başarılamamışsa ökçe içe veya dışa bakıyor olabilir, ökçe kapağı erir, ayağınıza çok fazla baskı yapar ve ağrı verir.;
Ökçelerin kalınlığına nasıl karar veriliyor? Veya ayakkabı tasarlarken bir ağırlık merkezi hesabı yapılıyor mu?
Tabi ki, işin içine ister istemez böyle hesaplar giriyor. Örneğin çok yüksek pontlu bir ayakkabı yapıyorsanız ve altında bir dolgu onu taşıyorsa, ayağı rahat taşıması için üstten bir bant atmanız lazım. Çünkü ayakkabı, bir süre giyildikten sonra yarın numara kadar genişleyecektir ve ayağınızdan çıkmaya başlayabilir. Bu gibi ergonomi numaraları var. Bunların dışında da kalıpların yüksekliklerine göre ökçeler vardır. Bu ökçeleri kullanırken, ökçe ile kalıbın oturduğu noktaların eğiminin birbirine denk olması gerekir. Biz bu eğime, katina eğimi deriz. Bu da bir diğer numara…
İşin strüktürü dışında, bir de kullanılan malzeme seçimlerine yönelik bir karar sisteminde de mimarlık ve ayakkabı tasarımı açısından ilişkisellik gözümüze çarpıyor. Örneğin bir yapı içerisinde de uygun malzemeler ile rutubeti engellemek mümkün olduğu gibi, ayakkabıdan da ayağın nefes almasını sağlayan malzemeler seçmek gerekebiliyor. Siz bu anlamda hangi malzemeleri tercih ediyorsunuz?
Gerçek deri kullanıyoruz. Kullandığımız derilerin de büyük bir kısmı Türk derileri… Türkiye'de de iyi deri üretilebiliyor. Ayakkabılarımızın iç astarında da deri kullanılıyor. Çünkü şayet ayakkabının sadece dışında deri kullanıp, içinde başka malzemelere kayarsanız, hiçbir anlamı kalmıyor. Ayakkabının hava alması ve teri mümkün olduğunca çabuk atması gerekiyor. Bu da her iki yüzeyin de deri olması ile mümkün bir şey. İkisinden biri sentetik olduğunda yine kuralı bozuyor.
Bunun dışında altta kösele kullanıyoruz. Kösele, yaz için ideal bir malzeme ve o da %100 deriden imal ediliyor. Dolayısıyla nefes alan bir malzeme… Ama her doğal malzeme gibi suda ve karda şişebiliyor, tepki veriyor. Bu sebepten ötürü kışın, kullandığımız köselelerin altına kauçuk koyuyoruz ki kösele erimesin ya da şişmesin! Bu sayede ayağı soğuktan koruyabildiğimiz gibi kaymayı da engelleyebiliyoruz.
Peki gerçekten de bu sayede ayakkabılarınızı kışın kullanıma elverişli hale getirebiliyor musunuz?
Tabi… Eğer köselenin yere basan yüzeyinin tamamında kauçuk kullanmışsak, gayet sağlıklı bir hale getirebiliyoruz. Kış ayları için çıplak halde de kösele kullanabilirsiniz. Ama bu ayakkabıyı her lokasyonda kullanmamanız gerekir ve müşteri bunu bilmeyebilir. Sonra da ürünün kalitesiz olduğunu zanneder. Oysa ki kösele gayet kaliteli ve pahalı bir malzemedir. Her şeyden önce doğaldır.
Son dönemde tasarımsal anlamda bir trend olarak gösterilebilecek ekolojik girişimlere yakın duruyor musunuz? Bu anlamda başvurduğunuz malzemeler var mı?
Var elbette! Ben de doğal dokuları seviyorum. Elbette tamamen gerçek deri kullanabilirsiniz ama onun üzerine öyle bir filisaj yapılmıştır ki, tüm doğallığını kaybetmiştir. Mesela rugan, buna güzel bir örnek. Çünkü rugan hiçbir şekilde nefes almayan bir malzemedir. Nasıl pleksi döktüğünüzde her tarafı kapatır, rugan için de derinin üzerine öyle bir malzeme dökülür. Tüm gözenekleri kapatır. Elbette yeri geldiğinde ben de rugan kullanıyorum ama doğal malzeme kullanmaya dikkat ediyorum. Doğaldan kastım da biraz şu: "Vegetal" tip deriler vardır. Çok fazla işlem görmemiştir ve hayvanın derisinin en ham halini gösterir. Belki ufak bir zımpara veya dolaplama yapılmıştır. Deriyi açtığınızda da hayvanın üzerindeki yara-bereleri görebilirsiniz. Hayvanı sinek ısırmıştır; telden geçmiştir… Bu tip derilerde de hayvanın çizikleri hala üzerinde durur. Bu, masif bir şey kullanmak gibi! Bir de – nasıl lamine parke var- lamine deri vardır mesela… Çok düzleştirilmiştir, tamamen masif bir rabıtadan çok daha fazla işlem görmüş ve çok daha düz, homojen bir hale getirilmiştir. Deride de bu söz konusu! Belki gerçek deri kullanıyorsunuz ama bir sürü finisaj malzemesi uygulanıyor. O kadar işlenti görmüş, masraf yapılmış, üzerine kimyasal uygulanmış bir deriden ziyade, vegetal deri kullanmak daha çok hoşuma gidiyor. Ama tabi ki bu, üzerindeki yaralar ve çizikleri de beraberinde getiriyor. Bazen nihai tüketici bunu defo olarak algılayabiliyor. Ama bunlar defo değil! Tamamen doğal ve ekolojik demek.
Aslında siz, malzemenin size geldiği hali ile onu kullanmayı seviyorsunuz.
Evet, aynen öyle! Hatta renk konusunda da böyle bir tercihim var. Mesela doğal sandaletler vardır, ayağınıza renk çıkarır. Çünkü boyanıp bırakılmıştır deri; üzerine bir dolu kimyasal, baskılar, kapatıcılar uygulanmamıştır. Ve her doğal malzeme gibi o da tepki verir.
Peki tüm bunları, yani boyamanın ya da su geçirmenin uzun vadede daha sağlıklı bir ayak ve ürüne tekabül ettiğini müşterilerinize de açıklıyor musunuz?
Bunu müşteriye açıklamak zor olduğu için şöyle bir şey yapıyoruz: Daha yumuşak olması için oldukça az işlentili dana astar kullanıyoruz. Son derece doğal bir astar bu… Bunun da doğal renklerini kullanıyoruz. Siyah veya kırmızı ayak boyayabilir diye daha doğal renkleri tercih ediyoruz.
Az önce bahsettiğim gibi… Bu tip teknikleri biliyor olmak işte avantajlar sağlıyor ama dezavantajları da beraberinde getiriyor. Çünkü yaratıcılığınızı kısıtlıyor.