Günümüzde ayakkabı tasarımcısı denildiğinde -ister medya araçlarının ister tüketim alışkanlıklarının etkisi olsun- akla doğrudan gelen üç isim var. Jimmy Choo, Christian Louboutin ve Manolo Blahnik… Bu isimlerden üçüncüsü, "Sex and the City" dizisi ile ismini genç kuşağın da diline pelesenk eden Blahnik, kariyer öyküsü ile tasarımsal yetinin ne kadar farklı ve geniş alanlara sızabileceğini bir kez daha hatırlatıyor.
1942 yılında Kanarya Adaları'nda Çek bir baba ile İspanyol bir annenin ilk çocuğu olarak dünyaya gelen Blahnik, muz yetiştiren bu varlıklı ailenin içinde ayakkabılar ile tanışıyor. Modaya meraklı annesinin yerli bir kunduracıdan kendisine Katalan espadrilleri yapmayı öğretmesini istemesi, bu karşılaşmalardan belki de ilkini oluşturuyor. Blahnik esprili bir dil ile "Eminim ki ayakkabılara olan ilgimi ya genetik olarak almışım" diyor. "Ya da o espadrillerin yapılışı sırasında dokunmama izin verdikleri için parmaklarımdan bünyeme sızmış."
Efsanevi ayakkabıcı, erken bir yaşta tasarıma karşı duyduğu ilgiyi es geçmeyerek Cenevre'de mimarlık okumaya başlamış. Mimarlık ile birlikte edebiyat dersleri de alan Blahnik, 1965 yılında Paris'e gitmek üzere Cenevre'yi terk ettiğinde, sanat eğitiminin peşine düşmekle kalmamış, Saint-German-des-Près yakınlarında bir vintage kıyafet dükkanında çalışmaya başlamış. İngilizcesini ilerletmesi için onu Londra'ya gitmeye teşvik eden babasının tembihlerine rağmen dersleri de asarak Leicester Meydanı'nda film üzerine film izlemiş.
Solda, Blahnik'in daha deneysel tasarımlarından biri: Hafif alüminyumdan sandalet. Sağda, 1980'lerden "Ring".
Rastgele tasarım işlerinden hayatını kazanmaya başlayan Blahnik, 1971 yılına gelindiğinde eskizlerini de kolunun altını koyarak New York'un yolunu tutmuş. Dahası, bir set ve kostüm tasarımcısı olmak hayali ile geldiği "Büyük Elma"da, kendisini ilahlaştıran bir grup New York'lu, kurgusal kadın karakterin televizyonlarda arz-ı endam etmesi ile –tam 30 sene sonra- şöhretinin zirvesine tırmanacağından habersiz olarak Amerikan Vogue'un o dönemki editörü Diana Vreeland'in karşısına çıkmış. Nitekim Blahnik'i mimarlık, edebiyat, moda ve sahne tasarımından ayakkabı tasarımına yönlendiren de Vreeland'in ta kendisi olmuş.
Manolo Blahnik ayakkabı tasarımı sürecindeki ana ilham kaynaklarını sinema, moda ikonları, resim ve mimarlık olarak sıralandırıyor. Bu nedenle de Francois Truffaut, Jean-Luc Goddard ve Pedro Almodovar'ı, Velázquez, El Greco ve Zurburán'ı, Cristobál Balenciaga, Coco Chanel ve Yves Saint Laurent'i bir çırpıda sayarak lafı Frank Gehry'ye getirebiliyor.
Blahnik'in, Frank Lloyd Wright'ın ikonik Guggenheim Müzesi'nden esinlenerek tasarladığı "The Guge" isimli bir ayakkabı dahi mevcut!
Solda, Manolo Blahnik'in "Guge" tasarımı. Sağda, Guggenheim'ın bir Blahnik ayakkabı olarak yeniden yorumu: The Rebound.
Manolo'ların mimarlığa verdiği referans ile bu tek örnek ile sınırlı değil… Blahnik'in ünlü Fin markası Marimekko ile işbirliği kapsamında tasarladığı ayakkabılar, buna güzel bir örnek. Fin tekstil devinin kült statüsündeki "Mini-Unikko" ve "BonBon" desenlerini kendi ayakkabılarında kullanan Blahnik, hazırladığı bu yeni koleksiyondaki tasarımların en az Marimekko desenleri kadar kadar çeşitli ve karmaşık dokusu ile "Konstantinopel"ı temalaştırdığını belirtiyor. Yani Manolo'lar bazen İstanbul'u bile anlatabiliyorlar…
Öte yandan Blahnik'in tasarımsal çizgisi, aktif bir mimarlık pratiği içerisinde bulunan tasarımcılardan oldukça farklı bir seyir izliyor. "Masalsı" ve "gösterişli" olarak tanımlanan Manolo ayakkbılar, "tüyler ve kürklerin eklektik bir karışımı, koyu kadifeler ile incilerin bir araya gelişi ve gümüşlerle, altınlarla bezenmiş yaratımlar" ile neredeyse kitsch ürünler ortaya koyuyor. Kendisi de tasarımlarını bu anlamda "inanılmaz abartılı" olarak tanımlamaktan çekinmiyor.