Kendi başınıza farklı kişiler veya ofislerde çalışırken yaşadıklarınızı, şu anda deneyimlediklerinizden farklı olarak değerlendirir misiniz?
Fatmagül A: Evet, farklı. Çok farklı…
Peki tahmin edilebilir miydi böyle olacağı?
Fatmagül A: Edemezdim. En azından ben edemezdim. Sonuçta büyürken de işin biraz olsun içindeydim. Gidiyorsunuz büroya; görüyorsunuz insanların nasıl çalıştığını. Mesela biz o açıdan gayet rahat ve huzurlu çalışan bir ekibiz. Ben en azından kendi işim, kendi projem söz konusu olduğunda "Ben arıza çıkarırım" diye düşünüyordum. Ama çıkarmıyormuşum.
Evren A: Bizden bir jenerasyon önceki mimarlar, mimar pozisyonunun çok altını çizerlerdi. "Mimar şöyledir, böyledir." Mimar gelir, "Onu öyle yap, bunu böyle yap" der ve gider. Modern mimar figürü biraz heroik bir karakter. Biz, bu pozisyona çok inanan insanlar değiliz. Tabi ki işverenin de binası o bina! Parayı veren adamın da binası, müellifin de binası, yaşayanın da binası… E, yapanın da binası! Ustanın da binası yani… Bir sürü insan, aktör farklı şekillerde o binayı sahipleniyor.
Fatmagül A: Bir çok insanın hayalleri var o yapıda…
Evren A: Bizim de biraz bu pozisyonu "challenge" eden bir duruşumuz var bence. Tabi ki biz işvereni de mutlu etmeye çalışırız. Koordinasyon içinde, ortak noktaları bulmaya çalışan bir noktada konumlandırıyoruz kendimizi.
Fatmagül A: Bundan tabi ki şu anlaşılmasın: "Mimarlar ne yapabiliyor ki zaten? Hiçbir şey!" gibi bir tutum var ya… Hayır! Tabi ki yapıyoruz ve yapmaya devam etmeliyiz. Kararlar almaya devam etmeliyiz. Mimar da bir aktör sonuçta. Aktörlerden bir tanesi ama hala bir aktör… Sınırsız para, şeker gibi kullanıcı, harika bir program gibi tamamen kendi kurguladığınız şeyler üzerinden herkes mimarlık yapar! O mimarlık da değil zaten! Herkesi tek tek dinleyeceksiniz.
Arkada bıraktığınız 15 senelik profesyonel mesleki deneyimin ardından "öğrendikleriniz" nelerdi peki?
Evren A: Tam olarak da bu! Mimar olarak pozisyonumuzu netleştiriyoruz. Sürecin içinde olarak, insanlarla iş yaparak, proje yürüterek… Bu, sürekli bir mevzi kapma, direniş gösterme, anlamlandırmaya çalışma savaşı aslında.
Fatmagül A: Bazen de ağırlığınızı koymanız bekleniyor. Şu anki mimarlara yapılan eleştirilerin aksine, hakikaten masaya yumruğunuzu vurmanız gerekiyor. Çünkü sizden de o bekleniyor. Yoksa size gelmezlerdi ki! Kendi kendilerine bu kadar rahat karar verebileceklerse, mimara ne ihtiyaç vardı?
Evren A: O, çok ince biz çizgi esasında… Bazen inisiyatifinizi kullanıp "Bu böyle olacak!" demeniz gerekiyor. "O öyle olamaz!" demeniz… Bazen de o insanların söylemeye çalıştıklarını can kulağı ile dinlemek gerekiyor. Bu gerçekten dinamik, sürekli değişen bir durum.
Fatmagül A: Bir de sizin onları anlamanız gerekiyor. Onların kendilerini size açıklamak, dertlerini dökmek gibi bir yükümlülükleri yok! Bu kullanıcı olabilir, uygulamacı olabilir, diğer disiplinlerden insanlar olabilir.
Burada mesleğe dair son derece sosyolojik ve psikolojik bir yaklaşımdan söz ediyorsunuz, değil mi?
Evren A: Ama zaten öyle… Mimarlığın öyle bir ruhu var. Mimarlar yeterli cephanesi olmayan ama sürekli her hedefe kurşun atmaya çalışan askerler gibi… Ekonomi, sosyoloji, sanat, edebiyat, mühendislikler gibi bir sürü konuda fikir sahibi olması gereken bir insan evladı mimar. Ama kimse o kadar çok şeyi bilemez!
Fatmagül A: Mesela ben, mühendislerle çalışmayı seviyorum. Çünkü deli gibi yeni şey öğreniyorsunuz.
Şu ana kadar bellediğiniz ve projelerde birlikte çalışmayı tercih ettiğiniz mühendisleriniz var mı?
Evren A: Var, tabi ki… Bir daha görmek istemediğimiz mühendislerimiz de var. (gülüyorlar) Dediğimiz gibi, her alan için bir "en iyi" ve "en kötü" listesi yaptık.
Fatmagül A: Ve yıllar geçtikçe o liste değişiyor; bazı insanlar iniyor, çıkıyor. Güzel bir tür antoloji gibi oldu. Hatta bazı kişileri birim olarak kullanıyoruz! "Öyle iyiydi ki üç tane bilmem kim ederdi!" gibi… (gülüyor)