Mimarlık ile tanışmanız ne zamana rastlıyor acaba?
Evren A: Hepimiz şunu yaşıyoruz: 17 yaşına geliyor ve kendimizi üniversiteye hazırlanırken buluyoruz. Hayatta ne yapacak, ne edeceğiz diye çok erken ve bir o kadar da stresli bir karar verme süreci yaşıyoruz. Ben şahsen, yapmak istemediğim şeyleri çok net biliyordum. Ama "mimar olmak istiyorum" gibi çok ciddi bir kararlılığım yoktu. Sonunda diğer seçenekleri bir kenara bırakınca, kendime uygun görebileceğim bir tek mimarlık kaldı.
Fatmagül A: Evren çok iş bitirici bir insandır. Büyük ihtimalle hangi mesleği seçmiş olursa olsun bir şekilde başarılı olacaktı.
Evren A: Ama senin daha farklı herhalde… Öyle değil mi? Sen istiyordun.
Fatmagül A: Evet, istiyordum.
Siz, Mustafa ve Gönül Aslaner'in kızısınız. Dolayısıyla mimarlık, size aileden bahşedilen bir meslek mi oldu?
Fatmagül A: Tam tersine, babam mimar olmamı çok istemedi. Ama işte, bilmiyorum; insan kaşınıyor herhalde… Grafiker olmak istiyordum. Ama o zamanlar çok zordu. Henüz güzel sanatlar liseleri kurulmamıştı. Herhalde öyle bir imkan olsa, hemen kapağı atardım. Tabi sonradan düşünüp taşınınca, mimarlıktan başka bir şey yapmak aklıma pek yatmadı.
Öyleyse sizinki bir şeyleri "tasarlama" dürtüsü herhalde?
Fatmagül A: Evet, elbette…
Peki babanız sizi neden bundan soğutmak istemişti?
Fatmagül A: Babam da annem de çok severler mesleklerini… Ama ikisi de çok büyük sıkıntıları olduğunu düşünürler. Mimarlığın getirdiği sürekli bir arayış var. Acaba öyle mi olsa, böyle mi olsa… Gündelik şeyleri bile sorgulamak gibi… Mesela tatile gidersin, sen çok eğlenirsin. Ama onlar "Doğramalar kapanmıyor! Banyo kapısı yanlış yöne açılıyor!" diye sinirlenmeye devam ederler.
Zaman zaman isyankar oluyor musunuz sizde?
Fatmagül A: Zaman zaman elbette… Ama genel olarak ikimiz de gayet mutluyuz.
Evren A: Mimar olmanın verdiği bir bakış açısı var. Bence bu, çok önemli bir şey. Gerçekten de sürekli bir sorgulama durumu var ve ben, o modu çok severim. Bana o kafa yapısı iyi geliyor. Bir takım şeyleri olduğu gibi kabul etmekten çok "Daha farklı nasıl olabilirdi?" diye düşünmek… Tasarımın bakış açısı da böyle bir şey ya… Bir işi yapmanın ‘n' sayıda yolu var ve biri, diğerinden daha iyi değil! Hayatı yaşamanın farklı yollarını da sorgulama şansına sahip oluyor mimarlık disiplininden gelenler.
Dolayısıyla sizin bu meslekte var olmanızın bir sebebi de bu "sorgulama" motivasyonu…
Evren A: İkimizin bir benzerliği daha var. Disiplinin farklı dallarına da kafa yormak, farklı şeyler yapmak istiyoruz. Mesela akademik hayat da bir yandan devam ediyor. İkimiz de doktora yapıyoruz. Hakikaten, çok garip ya! Böyle, neredeyse tüyler ürpertici! (gülüyorlar) Hep aynı devam ediyor. Şimdi ikimiz de tez aşamasındayız. Eğitim alanında bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Fatmagül Yeditepe'de ders veriyor; ben atölye yürütüyorum. Farklı kanallarda da var olmak, pratiğe de zenginlik katıyor.
Fatmagül A: Rahat duramıyoruz kısacası…
Herhangi bir noktada ofis işinin çok daha fazla yük getirdiğini, çok hamaliyesinin olduğunu düşünüp "Biz akademisyen olalım!" demediniz mi?
Evren A: Şahsen benim hiç aklımdan geçmedi. Benim annem akademisyen ve bu sayede akademik hayatı gözlemleyerek büyüdüm. Ve –gerçi onun branşı çok farklı, biyolog o- akademik hayatın, özellikle de mimarlık disiplinin de yalnızca akademya içinde kalınca, gerçek hayattan koptuğunu düşündüm. Mimarlığın pratik ile el ele gitmesi lazım. Bunu gerçekten hissediyorum. Ben, okuldan mezun olmamın ardından 10 sene sadece profesyonel hayatta oldum. Ve bir süre sonra bu, çok kuru gelmeye başladı. Pratiği daha anlamlı kılmak için başka bir damardan beslemek lazım. Sonuç olarak da bu denli yorucu bir yükün altına giriyorsunuz. Sanırım sen de böyle hissediyorsun?
Fatmagül A: Evet, ama ofisten ayrı kalmayı da hiç düşünmedim açıkçası.
Evren A: Elbette. Koltuktaki tüm karpuzları sıralamak gerekirse, yine de en önemli karpuz, "ofis" bence… Tabi ki mimarlığın bir sürü uygulama alanları var ve hepsi çok önemli ve değerli. Ama bizim açımızdan en önemli varoluş alanı ofis, yani tasarım yapmak.