Sistem içi yoksullarla, sistem dışı yoksullar dayanışma pratiklerini geliştiremiyorlar yani...
Az önce söylediğim, işini kaybetmemek üzere sürekli kendisinden vermeyi göze almış atomize birey, içinde yaşadığı toplumdan koptukça yabancılaşıyor. Kendine dair olmayan hiçbir şeyi yaşam dünyasına kat(a)mıyor. Sistem içi yoksullukla karşılaşma riski yüksek, giderek yoksullaşan orta sınıfları da sistem içi yoksullarla birlikte anlattığını düşündüğüm bu hal, kendi benzerleri ile ya da sistem dışına itilen kitlelerle birlikte geçirilen zamanı yok ediyor. Birbirine zaman ayıramayan toplulukların dayanışma pratikleri geliştirmesi mümkün değil. Sistem içi yoksullarla ya da yoksullaşmakta olan orta sınıflarla dayanışma pratikleri de geliştiremeyen sistem dışına itilen yoksulluk için kaçınılmaz sonuç "ötekileşmek" oluyor.
Michael Ende'nin Momo isimli masalı bu hali çok güzel aktarıyor. Siyah uzun arabaları olan, siyah takım elbiseli, siyah gözlüklü duman adamlar, gelecek kaygılarını gidermek adına insanlardan çaldıkları zamanla besleniyorlar ve bu duruma razı olmak zorunda kalan insanlar giderek sosyal ilişkilerinden, dayanışma pratiklerinden kopuyorlar. Ta ki, Momo ve Secundus Minitus Horatus Usta devreye girene kadar…
Özellikle 2000'li yıllarda metropoliten kentlerde yaşadığımız dönüşüm süreçleri ki burada dönüşümü yalnızca fiziki anlamında kullanmıyorum, açıklamaya çalıştığım yoksulluk hallerinin tamamına karşılık geliyor. Yalnızlaşan, ötekileşen yoksulların birlikte hareket etme ve dayanışma pratikleri de yok olunca iyice saldırıya açık hale geliyorlar ve neoliberalizmin etkin aktörleri olan yerel yönetimler ve sermaye gruplarının bu kez yaşadıkları alanlar üzerindeki iştahı kabarıyor. Bu alanlar üzerine geliştirilen fiziki projeler yoksulluğu daha da şiddetlendiriyor.