“Artık İstanbul sokakları topuklu ayakkabılar için biraz tehlikeli!”
06 Nisan 2010
Tüm bunlar, topuklu ayakkabılar yapmadığın anlamına gelmiyor, değil mi?Yoo, gelmiyor… (gülüyor) Ama bilemiyorum; artık sokaklar biraz tehlikeli! Topuklu ayakkabıları insanlar giyiyorlar ama yanlarında bir babet oluyor. Bir mekandan içeri girerken topuklularını geçirmeyi tercih ediyorlar. Sonuçta kaldırımların, sokakların durumu malum! İnsanlar da topuklu ayakkabılarına kıyamıyorlar.
Senin ayakkabıların, kullanıcısının ayağında paralansın istediğin şeyler mi? Yoksa her daim ilk günkü gibi olmaları hayali var mı içinde?
Ben eskitme taraftarıyım. Hatta satışta bile eskitilmiş ayakkabılar yapmak istiyorum.
Malzeme anlamında neleri tercih ediyorsun?
%100 deri kullanıyorum. Ama şimdilerde aklımda şöyle bir fikir var: Hastalıklı hayvanların derileri ikinci-üçüncü kalite diye satılıyor. Bilemiyorum, derileri kese kese acımaya başladım galiba, kullanılmayan derileri de değerlendirdiğim ayrı bir koleksiyon yapmak istiyorum.
Ayda veya yılda kaç ayakkabı üretiyorsun?
Sezonda 700'ü buluyorum. Bunlar arasında 30 civarında model oluyor. İnsanlara model bazında ne kadar çok seçenek sunarsanız, o kadar doygunluk hissediyorlar. Buna bağlı olarak da alımları veya belki de beğenileri artıyor.
Bunların hepsini kendin de giyiyor musun?
Topuklular dışında evet! (gülüyor) Bende "topuklu ayakkabı giyememek" gibi bir durum oluştu. Beş punttan yüksek giyemiyorum çünkü korkuyorum. Hırsızlıktan, kapkaçtan kendimi kolaylıkla koruyabilecek şekle giyiniyorum.
Ayakkabı tasarlarken içinde bulunduğun kentsel koşullar –yani İstanbul koşulları- seni nasıl başka etkiliyor?
Yurtdışından gelen arkadaşlarım da aynı şeyi söylüyorlar: "Burası tasarımcı için çok keyifli bir üretim mecrası." Burada her şey var! Her şeyden evvel malzeme –ki benim durumumda bu deri. Maliyetler de ulaşılabilir… Kalıp için de aynı şey geçerli, bu işlem büyük masraflara tekabül etmiyor. En başta gözümü korkuturdu ve kalıp maliyetlerini çok yüksek zannederdim. Öyle de öğretilirdi. Meğerse o rakamlar, spor ayakkabılar için geçerli imiş. Plastik enjeksiyon kalıplar yüzünden…
Kafanda, gittiğin bir kent veya rast geldiğin bir obje ile ilgili olarak "Aklıma şunu getirdi" diye anımsadığın bir hikaye var mı?
Yurtdışında modern sanat müzelerinde gezerken gördüğüm birkaç mobilya detayından esinle aksesuarlar yapmıştım. Mesela yapı bozumculukta "şans faktörü" diye bir şey var ve kullanıcının tasarıma katılmasını öngörüyor. Bu bağlamda eklenebilir aksesuarlarla ayakkabının dönüştürülmesini sağlayan bir ürün tasarlanmıştım. Öte yandan gördüğüm resimlerdeki renk kombinasyonlarını kullanmışlığım vardır.
Ayakkabı tasarımı sokaktan nasıl beslenir? Veya ayakkabılar ile şehre nasıl bir tasarımsal katkıda bulunulabilir?
Ben sokakta yürürken yere bakarak yürüyen insanlardanımdır. Saç kesimim de buna çok uygun, kimse ayakkabılarına baktığımı fark etmiyor! (gülüyor) Düşman ayağa bakar diye bir laf vardır ya… Ben düşman değilim ama insanların ne giydiği, neler ile kombinleyerek giydiği beni çok ilgilendiriyor.
Gözlemlerinden yola çıkarak ayakkabı ile mimarlığın tasarımsal olarak nasıl ilişkilenebileceğini söyleyebilir misin?
Yerlerde kullanılan malzemeler ile tabanların uyumu mesela… Yani yağmurda kaymayan ayakkabılar buna bir örnek. Bir de kadının yürürken topukları ile bir mekanda çıkardığı ses… Ama özellikle kaymayan ayakkabılar benim için çıkış noktası. Çünkü İstanbul sokakları gerçekten çok sürprizli!
CicciCocco Shoes'dan Bilge Köprülü
United Nude'dan Rem D. Koolhaas
Boş Zamanlarında Ayakkabı Tasarımına El Atan Diğer Mimarlar...
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Bu İçeriğe Yorum Yazın