İlk ne zaman tanışıtınız?
Tayfun Tulgan: 2004 yılında Tabanlıoğlu'nda çalışırken tanıştık.
Emre Özer: Enteresan tesadüfler yaşadık. Dünya küçük derler ya, hakikaten öyle. Ben Ankaralıyım, Tayfun da öz olarak Ankaralı ama İstanbul'da büyümüş. İlk olarak Tabanlıoğlu'nda tanıştık. Zaten tarz olarak birbirimize çok yakındık. Benden yaşça büyüktür ama çok iyi anlaşırız; beğenilerimiz, konuştuğumuz konular birbirine çok yakındır. Bir gün bir şekilde babalarımızın TED Ankara Koleji'nden sınıf arkadaşı olduğunu öğrendik. Ama biri sınıfın en ön sırasında, diğeri en arkada oturan iki kişi değil, bayağı kol kola fotoğrafları olan yakın arkadaşlarmış. Tayfun'un babası Ali abi İstanbul'a taşınınca bir şekilde kopmuşlar. Sonra zaten onları buluşturduk, hep beraber yemeğe gittik, çok acayipti.
TT: Meğer annelerimiz de sınıf arkadaşıymış. Sonra Emre'nin teyzesiyle, babamın eniştesi de sınıf arkadaşı çıktı.
Yani kader sizi bir noktada buluşturmaya kararlıymış…
EÖ: Zaten hep onu söylüyorum. Ortaklık da evlilik gibi; eğer aileniz, dünya görüşünüz, zevkleriniz birbiriyle uyuşmuyorsa bir noktada kopukluk başlıyor. Yani sadece işte alakalıyız, sadece özel hayatta ya da sosyal hayatta alakalıyız gibi şeylerle maalesef ne ortaklık ne de evlilik yürüyor. Ailelerin bile bir şekilde yakın olması, yani en azından tarz olarak yakın olması bunu etkiliyor.
Ailelerinizde başka mimarlar var mı?
TT: Bütün ailem ya İşletme ya Mülkiye mezunu. Bana da zorla İşletme okutmaya çalıştılar. Üniversite eğitimim için Avusturya'ya gittim. İşletmeye başladım, bir hafta sonra da bıraktım. Bir dönem boş gezdim, ertesi sene mimarlığa başladım. Ailede hiç mimar olmadığı için kimse mimarlık okumamı istemiyordu, iş bulmamın zor olacağını düşünüyorlardı. Ama hani çocukluktan "mimar olacağım" denir ya, demek ki öyleymiş.
Öncesinde ailenize bu konuda işaret vermiş miydiniz?
TT: Tabi, hep söyledim, ama onlar ille de işletmeyi denememi istediler. Halbuki sıkılacağımı biliyordum. Nitekim sıkıldım da…
EÖ: Tam "bir musibet bin nasihatten iyidir" gibi... Bende de aynı durum yaşandı. Üniversite sınavlarına girdim. Malum Türkiye'deki sınav sistemi rezalet. Tayfun'da olduğu gibi benim içimde de muazzam bir tasarım aşkı vardı. Mimarlık daha geri plandaydı, hedefim otomobil tasarımcısı olmaktı. Yurt dışında nasıl okuyacağım üzerine araştırmalar yaptım. Tabi o zaman Türkiye'de otomotiv sektörü şu anki kadar parlak değildi. Sonuçta, Türkiye'de kendime en yakın bölümler olarak ODTÜ Endüstri Ürünleri Tasarımı ile ODTÜ Mimarlık'ı seçtim.
Tüm tercihlerinizi Ankara'dan mı yaptınız?
EÖ: O zaman nedense farklı bir düşünce yapım vardı. İstanbul çok uzak geliyordu çünkü ailemizin şu an İstanbul'da olan kısmı henüz buraya taşınmamıştı. Sonra Tayfun'a olduğu gibi bana da, "Bak, hep böyle bölümler yazıyorsun, o kadar çevremiz var, nasıl böyle bir şansı geri tepersin" deyip zorla Hacettepe İşletme'yi yazdırdılar. Ben de gittim o bölümü kazandım. Tabi üniversiteyi kazandığım için müthiş kutlamalar yapıldı. Sonra okulun açılması yaklaştıkça; "Ben İşletme okuyamam, en sevmediğim ders tarih, en nefret ettiğim şey hesap kitap yapmak, ben tasarım okumalıyım" dedim. Bir anda panik ve depresif bir hal aldım. Tekrar sınava hazırlanıp vakit kaybetmek istemiyordum. Bilkent Üniversitesi'nin yetenek sınavına girdim, İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Bölümü'nü kazandım ve severek okudum.
O dönemde iç mekan ve çevre tasarımı eğitimini bir arada veren başka okul da yoktu. Farklı ölçeklerde çalışmayı öğrenmek avantajlı bir durum sağlamış olmalı…
EÖ: Evet, bütün hocalarımız istisnasız mimardı. Çoğu ODTÜ'dendi. Beni sürekli, "Mimarlık konusunda gerçekten iyisin, o bölümde okumalısın" diye telkin ederlerdi. Ama kendi bölümümü tamamlama konusunda kararlıydım.
TT: Burcu için gittin değil mi üniversiteye?
EÖ: (Gülüyor) Eşimle aynı bölümde tanıştık. İç mimar olmuştum ama mimarlık da içimde kalmasın diye Amerika'da iki buçuk yıllık bir programa kabul edildim sonrasında uzun düşünceler sonucu Türkiye'ye geri döndüm çünkü orada mimar olabilmeniz için diploma almanız yeterli değil. Yer süpürtebilirler, daktilo yazdırabilirler, her şeyi yaptırabilirler. Zaten 2–3 seneniz böyle geçiyor. Sonra ARE sınavını geçmeniz gerekiyor, ancak ondan sonra mimar sıfatına sahip oluyorsunuz. Bu kadar zaman harcayamayacağıma karar verdim, çünkü tüm bunları yaptıktan sonra orada kalmam gerekirdi.
Sonraki sayfa: Tayfun Tulgan'ın eğitim serüveni >>>>>