Sürdürülebilir mimarlıktan bahsetmişken, pratiğinizin temel felsefesini, "toplum için her yönüyle kusursuz işleyen, sağlıklı, verimli ve çevre dostu çözümler üretmek" şeklinde tanımlıyorsunuz…
TT: Tabi müşteri izin verdiği takdirde, çünkü bu halen pahalı bir tercih maalesef. Garanti Bankası gibi ileri görüşlü bir kurum buna onay verebiliyor. Ama genelde çok zor, çünkü bu konular Türkiye'de daha tam olarak bilinmiyor. Bizim yapmaya çalıştığımız öncelikle doğal malzeme kullanmak. Sürdürülebilir derken, elimizden geldiğince, yıpranmayan, bakımı kolay, ucuz ve yenilenebilir enerji çözümleri içeren projeler yapmaya çalışıyoruz.
Siemens Gebze Yerleşkesi yeşil binaya örnek gösteriliyor. Eğer sürdürülebilirlikten bahsediyorsanız, İstanbul gibi dört mevsimi yaşayan bir yerde çift cephe yapmanızın hiçbir anlamı yok, ancak süs için yapılabilir. Ben yeşilciyim diye bulduğunuz bütün teknolojileri her şehirde, her iklimde uygulamaya kalkarsanız bu yeşilcilik değil, boşu boşuna para harcatmak olur. Biz bu teknolojileri öğrenip doğru yerde ve doğru zamanda uygulamaya çalışıyoruz.
Mesela Sivas'taki Garanti Çağrı Merkezi'nin üst katında pille çalışan özel ışıklıklar kullandık. Enerjisini güneşten alan bu yansıtıcıların tanesi 1200 Euro idi. Üst kata bunlardan 6 – 8 tane yerleştirdik. Bu katta hiç pencere olmamasına rağmen lamba yakılmıyor çünkü ışıklıklar muazzam bir aydınlık sağlıyor. Yani 9600 Euro'ya, birkaç ayda kendini amorti edebilen bir aydınlatma sistemi kurduk.
Garanti Çağrı Merkezi, Sivas
EÖ: Büyük bir bina olduğundan ve ortada kalan alanlar aydınlatmaya ihtiyaç duyduğundan ciddi bir elektrik tasarrufu sağlanıyor. Burada ayrıca ısı geri kazanım cihazları da var. Birçok projede buna dikkat edilmiyor. Sağolsun makine mühendisimiz de, Garanti Bankası da bu konularda çok hassas. Isınan hava dışarı çıkarken, dışarıdan alınan soğuk havayı şartlandırıyor. Dolayısıyla içerideki sıcak hava radyatör görevi görüp dışarıdan gelen soğuk havanın etrafında bir alan oluşturuyor. Ankara'daki bina, bunun version 2'si olacak, çünkü orada daha radikal değişiklikler oldu.
Yani şartlar uygun olduğu sürece sürdürülebilir çözümleri tercih ediyorsunuz…
TT: Şehrine ve iklimine göre.
EÖ: Otellerde bunu yapmayı çok istiyoruz fakat otel yatırımı çok farklı bir şey. Türkiye'de yatırımcı ilk yatırdığı paraya çok fazla önem veriyor, çünkü uzun vadeli düşünemiyor. Türkiye çok dinamik ve kırılgan bir ülke, dolayısıyla yatırımcı Amerika'da, İngiltere'de, Fransa'da otel yaparken 20–30 sene sonrasını düşünürken, Türkiye'de; "Beş senede harcadığımı geri çıkarabilir miyim?" gibi sorular soruyor ki, beş sene bir otel için gerçekten kısa bir süre. Çok iyi çalışan 4 yıldızlı bir otelin iyi bir yerde kendini amorti etmesi, yani yatırılmış parayı arazi hariç çıkarması en az 7 senedir. Ortalama bir yerde ise belki 10 sene. Dolayısıyla müşteriye, "Ben çevreciyim, ekolojik bina yapacağım" dediğiniz zaman, "Sen çevreciliğine devam et, onu başka yerde uygula, benim binamı da en güzel görünecek şekilde yap. Yalıtımı eksiksiz ve kaliteli olsun ama güneş enerjisiydi, geri dönüşüm pompalarıydı, su arıtmasıydı vs ile uğraşma" gibi bir yanıt alırsınız. Müşteri gerek olmadığını söylemesine rağmen, Kütahya ve Konya'daki Garden Inn projelerimize yağmur suyunu biriktiren sistemler ekledik. Şu anda iyi ki yaptınız diye bize dua ediyorlar.
Bunu yapmak size ekstra bir külfet yarattı mı?
EÖ: Yine de bir masraf, çünkü yağmur suyunu direkt veremiyorsunuz. Çeşitli filtreler kullanmanız, farklı tanklar yapmanız gerekiyor. Birinde çökertme tankı yapıyorsunuz çünkü yağmur suyunda ağır metaller olabiliyor.
Ama otel kütlesi düşünüldüğünde göze alınabilecek bir masraf öyle değil mi?
EÖ: Kesinlikle. Zaten değecek olduğu için yapıyorlar. Aynı şekilde Sivas'ta da yağmur ve kar suyunu toplama sistemimiz var. Bunlar ufak ama önemli şeyler. Her projemizde bu tür çözümleri uygulamak için ısrar ediyoruz. Mesela Ankara gibi bir yerde bu çok önemli bir şey, çünkü her an kuraklık yaşanabilir. Küçük bir şehre bir gün boyunca yağan hafif yağmur küçük bir baraj gölünü dolduracak kadar su bırakıyor. Bu suyun hepsini kaybediyoruz, kanalizasyonlardan akıp gidiyor. Şehrin yarısı bunu kendi apartmanında uygulasa şebeke suyu o kadar az kullanılacak ki belki baraj kapaklarını açmak zorunda kalacaklar. İnşallah bütün mimarlar bu konunun farkına varır çünkü bugün alınan küçük önlemlerin ancak 10 sene sonra faydası görülmeye başlanıyor. Açıkçası biz çevre konusunda çok hassasız, önümüze en küçük bir fırsat çıktığı zaman bunu değerlendiriyoruz. En azından pasif olarak binamızın yönlendirmesini doğru yapıyoruz. Maalesef bazı mimarlar ona bile bakmıyor.
(Tayfun Tulgan dışarı çıkıyor)