NK: İstanbul TV-Radyo Kulesi üzerinden devam edecek olursak, PNR.istanbul etkinliğinde yaptığınız sunumda da bahsetmiştiniz, aslında ilkel sayılabilecek konvansiyonel bir tekniği geliştirerek bir şey yaptınız. Yapım tekniklerine ilginiz mimari tasarım sürecinde nasıl konumlanıyor?
MA: Çok ilgiliyim. Özellikle sizden sonra, yurtdışında sunumlarım çok artmıştı. “Mühendislik eğitimi de aldın mı?” diye sorular geliyor. MAA’da tasarladığımız projenin yapılmasını istiyorsak, kendimizi geliştirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Çünkü sadece, “ben tasarladım buyurun, yapın”, egosuyla olmuyor bu dönem. Bilgi birikiminizi geliştirmeniz önem taşıyor. PNR’da da ana konu “Yeni” idi. Yeni, bence nasıl baktığınızla ilgili bir şey. Yani eski bir tekniği alıp, onu amacının dışında kullanarak zaten “yeni”yi yaratmış oluyorsunuz ki zamanında bir nevi kuleleri kaldırmak için kullandıkları yöntemi, kaldırma tekniğini, bir şeyini değiştirerek, burada da halatlı sistemle ama bu sefer bir ton değil de bin beş yüz tonu yukarı kaldırarak kurduk, oldu. Fark edenler için çok ilginç bir süreçti. 3-4 katlı binayı 200 m boyunca yukarı kaldırmış olduk. Sonra bir alttakini ona monte ettik. Lego gibi...
©MIR
NK: Güney Kore’deki proje ile ilgili de konuşursak, bu mimari üretimi Türkiye’de yaptınız, Türkiye’den Kore’ye taşıma sürecini imgelemekte güçlük çekiyorum. Bize biraz bu süreçten bahseder misiniz? Türkiye merkezli bir ofis olarak Kore’de işler nasıl ilerliyor? Aslında mimarlık ortamında Avrupa’ya, Birleşik Devletler’e dair fikrimiz var ama Asya bize uzak kalıyor... Orada işler nasıl gidiyor, oradaki operasyonu nasıl kurdunuz?
MA: 2019’un başıydı. Bizim yarışmayı kazandığımız açıklandı akabinde tam bu sorunun cevabını verebileceğimiz o süreci yaşadık. Önce işin sözleşme süreci oldu ve o uzun bir süreçti bizim için. Uluslararası bir proje, siz Türk bir mimarlık ofisisiniz, Kore’de Seul’de proje yapıyorsunuz. Sözleşme sürecinde bizden talep ettikleri şeyler normalde alışılanların dışında. Bizden mutlaka ve mutlaka Kore’de bir ofis açmamızı istediler. Bu durum bizim için tamamen bir bilinmez ve birçok soru barındıran bir operasyona dönüştü. MAA Seul ofisimizi kurduk. Bu vesile ile Kore’de ticari kimliğimiz söz konusu oldu. Bununla birlikte ayrıca lokal partneriniz olmak zorunda ancak öyle proje sözleşmesi imzalanabiliyor. Normalde Londra’da ilk yurtdışı ofisimizi kurarız hayalindeydim, orada 8 yıl yaşamıştım. İlk hedefimiz Londra iken bir anda Seul oluverdi. Ama o da çok güzel bir tecrübe oldu. Hem uluslararası mimarlık hukuku açısından, hem ofisinizi büyütmenin neler gerektirdiği, bir de çok planlamazken olması durumu, başka kapılar açtı. Orada kiminle çalışacağımızın belirlenmesi, lokal partnerimizin hangi ofis olacağı çok önemli bir unsurdu bizim için. Çünkü proje kolay bir proje değil.
Bu kurgunun tamamlanmasıyla birlikte, biz Seul Büyükşehir Belediyesi ile masaya oturduk, sözleşmemizi tamamladık. Akabinde de proje çalışmaları başladı. Metrekare olarak çok büyük bir proje değil ama yapmak istediği şey büyük bir proje. 10 bin metrekareye yakın bir alanı var. Bize toplamda 11 aylık bir proje çalışma süresi verdiler ki bunu şöyle önemli buluyorum; 11 ay Türkiye’de kimse size vermez. Çünkü bizde nitelik değil başka şeye, rakamlara bakıyorlar. Onun üretebileceği değere ya da gerçekten duyduğu ihtiyaca bakmıyorlar. Projenin safhaları çok benziyor. Bir mimari projede, projeyi geliştirme safhalarınız, Türkçe karşılıkları; avan proje, kesin proje, uygulama proje diye, onlar da evet bu üç aşama var ama bu 11 aylık süreç içerisinde o kadar çok toplantılar var ki… Bu toplantılar komite toplantıları diye geçiyor, jüri karşısına çıkıyorsunuz. 30-40 kişilik bir odada, en az bunların 15 tanesi jüri üyesi oluyor. Belediyeden yetkililer, profesörler, o günün konusu ne ise onunla ilgili profesyonel mimar ya da mühendisler var… Bununla ilgili, mimari, kentsel ölçek, statik, ekolojik, enerji gibi komitelere çıkıyorsunuz ve bunların her birinden geçmeniz gerekiyor. Ve bunu projenin safhalarına göre değişik aşamalara kurgulamışlar. Bizim en son çıktığımız kentsel ölçek komitesinde dediler ki; yapı formundaki değişiklikleri yarışma aşamasında ki gibi olacak şekilde geri revize. Normalde Türkiye’de tam tersi olur, böyle kalsın, denir. Baktığınızda, ekstra işti, ama bence proje adına iyi bir hamle oldu.
Bir yandan da bütçeye hakimler. İş yapma metodu şöyle farklı; yarışmayı açarken, işin bütçesini, mimara, mühendise verilecek bütçeyi, işin yapımı için harcanacak bütçeyi biliyorlar. Bizde böyle bir şey yok. Bizde yarışma açılıyor, sadece yarışmanın o sırada ödenecek bütçesini veriyorlar yarışmacılara. Bu konuların çok farklı olduğunu gördük. Hatta bizim sayemizde Türkiye’den birçok mimarda risk alıp uluslararası yarışmalara katılmaya başladı. Onun haricinde şu anda İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yarışmalar sitesi açıldı. Ömer Yılmaz, bizim aracılığımızla Seul’de böyle bir sistem olduğunu gördü ve onun üzerinden bir girişimde bulunarak belediyenin kendi yarışmalar sitesi olmasını tavsiye etti. Bunu değerli gören kişiler de organize ettiler. Biz sadece Kore’de bir müze yapmıyoruz bir nevi Türkiye’de farkındalık da yaratıyoruz. Hem ülkemize hem de çevremizde bu tarz konulara değer veren kişilere katkı sağlamış olduk. Hikayenin beni zaten en çok mutlu eden bu kısmı.
Müze projesinin bize iş yapma metodu ve algısı açısından kattığı çok şey oldu. Yönetmelikleri ve süreçleri çok tarifli. Herkes uyuyor o sürece. Biz uygulama projelerini teslim ettiğimizde bu binayı alıp bugünden yapabileceklerini biliyor olacaklar. Artı tam olarak yapı bütçesini biliyor olacaklar. Yapı Bütçesi tanımladıkları ana proje bütçesinin içeriğinde olacak. Size projelendirme için yeterli süreyi tanıyor, sonuçta kamunun parasını harcıyorsunuz, ona sahip çıkmış oluyor. Bizde öyle değil. Bizde her şey yolda belli oluyor ve öyle olunca çarpanları da yolda çok değişiyor.
NK: Müze ve Merkez olarak farklı isimleri var, doğrusu hangisi?
MA: Projenin adı Robot Science Museum (Robot Bilimi Müzesi). Resmi adı bu, ancak proje komitesiyle paylaştığımız son sunumda şu cümleyi kurmuştum: “müze kavramını yeniden düşünmek lazım”. Bir nevi adı müze ama aslında bir gözlem merkezine dönüşmüş oluyor. Siz kaç tane robot içine koyabilirsiniz ki? Artık her ay ya da her yıl bir makine müzelik oluyor. Çok hızlı gelişiyor teknoloji. Teknolojin bu kadar hızla geliştiği bir kavram içerisinde müzeyi nasıl tariflersiniz? Teknoloji ile ilgili böyle bir müze yaptığınızda sergi kavramı nedir? Bu tek bir sektöre de hitap etmiyor. Ulaşım, sağlık, aklınıza gelebilecek her konu üzerine olabilir, adı üzerinde Robot Bilimi Müzesi. Böyle bir durumda bir gözlem merkezi olarak düşünülerek onun küratörlüğünün ve iç kurgusunun tasarlanıyor olmasının önemli olduğunu düşünüyorum. Onun için sergi ekiplerinden danışmanlık alınıyor, onlarla da görüşmelerimiz oluyor bunu vurgulamaya çalışıyoruz. O deneyimi nasıl kurgulayacakları, sanallığın daha ön plana çıkabileceği ile ilgili görüşmeleri sürdürüyoruz.