Alman ortağınız ile birlikte ürettiğiniz projelerde, ekolojik yapı düsturunu nasıl uyguladınız?
Bir ihtisas bürosu olarak yerel malzemelerden; ahşap, kerpiç, saz kamışından faydalandık. Ahşap yapı geleneği Alplerde çok yaygın… Biz de bu gelenekten hareketle, belirli bir yapı için gerekli ahşabı dahi ormandan bizzat seçiyorduk.
Bu gibi projelerin işverenlerini nasıl bulunuyordunuz? Böylesine spesifik bir alana yönelik iş ağını kurmayı nasıl başardınız?
Orada iki ayrı faktör vardı: Birincisi, enstitünün yayın organı başta olmak üzere doğal ve ekolojik yaşamla ilgili olarak çıkarılan gazete, dergi ve kitaplardı. Sadece mimarlığa değil, organik gıdadan başlayarak bir yaşam biçimi kurgulamaya yönelik yayınlardan bahsediyorum. Arabaya bisikleti tercih eden ya da ev-iş ilişkisini buna göre kurgulayan insanlar bu gibi dergileri okurlardı. Bizi de bu yolla buluyorlardı. Asıl önem olan faktör ise –bir öncekinden bağımsız olmayan şekilde- sözünü ettiğim çevre bilincinin tabana yayılmış olmasıydı. Biz müşteriyi aramak için uğraşmıyorduk; onlar zaten bizi buluyorlardı!
Dolayısıyla ekolojik bir konutu kendiliğinden talep eden bir kitle ile mi karşı karşıyaydınız?
Evet! İnsanları "Gelin evinizi şöyle yapalım" diyerek ikna etmemiz gerekmiyordu. Bu elbette çok sağlıklı bir duruma işaret ediyor. Türkiye'de ise böyle bir taban yok. Oluşur mu oluşmaz mı, bilemiyorum. Gerçi belirtmek gerek ki Almanya'da da tabana yayılmış ekolojik bilinç, homojen bir yapı ortaya koymuyor.
Homojen dağılımdan kastınız nedir?
Ekoloji bilincinin halka indiği bölgeler var; ancak bunun daha az olduğu yerler de var, daha çok olduğu yerler de…
Ofisinizin Güney Almanya'da konumlanışı da belki bir potansiyeldi.
Kesinlikle… Belki benim şansımdı. Orta Almanya'da bu daha ziyade toplumun tavanına ait bir bilinçtir. Kuzey Almanya'da yaygın değildir; Güney Almanya'da daha çok bilinir. Alpler'de ise çok yaygındır. İsviçre'de bilinir. Avusturya'nın bazı bölgelerinde bilinir. Kuzey İtalya'da bilinir, ülkenin güneyinde hiç bilinmez. Kısacası, konu ekoloji bilinci olduğunda bütün Avrupa'yı aynı homojenlikte görmek mümkün değil.
Ofisinizi kurduğunuz yer de, az önce altını çizdiğiniz coğrafyalar da kırsal yaşam alanları olarak dikkat çekiyor. Peki bina üretimi yaptığınız kişiler, bina ürettiğiniz mahallerin halkı, sizin tasarım ve uygulama sürecinize, yerel ve kolektif bir bilgi birikimi ile müdahil oluyorlar mıydı?
Bir öngörüleri vardı. Öncelikle projelerimiz, genellikle oraların insanları içindi. Orada büyümüş, yerine ait insanlar… "Rüzgar nereden eser?", "Kışın kar nereden gelir?", "Kapı nereden açılır?" gibi temel soruların cevapları zaten onlarda var. Bir de "kırsal alan" demek belki çok doğru değil, çünkü Almanya kırsallığı ile Türkiye kırsallığı aynı şey değil aslında. Almanya'da insanlar küçük kasabaları, hayat standardı daha yüksek ve yaşam daha konforlu olduğu için bir yaşam alanı olarak tercih ediyorlar. Şehre gitmek hevesinde değil oradaki insanlar… Çünkü kendi kasabalarında çok iyi okullar, iyi hastaneler, tiyatro ve spor salonları var. Münih'teki bir konsere gitmek istiyorsa –yılda üç defa, biniyor bir trene ve gidiyor. Oysaki İstanbul trafiği için 1 saat çok kısa bir süre! (gülüyor) Dolayısıyla "kırsal", Almanya'da yaşamak için tercih edilen bir yer.
Siz de öyleyse bu bilinçli müşteri potansiyelini değerlendirdiniz.
Evet. Ve işte o yörede, Almanya ile sınırlı olmayan şekilde İsviçre, Avusturya, İtalya ve Fransa'da, yirmi yıla yakın bir süre içerisinde gerçekleştirdiğimiz projeler oldu.
Mehmet Bey'in İstanbul'a gelişinin sebeplerini öğrendik. Siz nasıl ve neden dönmeye karar verdiniz? Hele ki gerçekten yapmak istediğiniz işi, üstelik gerçekten onu anlayan ve talep eden bir kitle için yaparken…
İçimde hep Türkiye'de bir şeyler gerçekleştirmiş olmak arzusu, hayali vardı. Peki doğru zaman, ne zamandı? Şayet 1990'larda Almanya'ya gitmek yerine burada kalıp bu hayali gerçekleştirmeye çalışsaydım, aç kalırdım. Piyasası olmadığı gibi, "yapı biyolojisi", "ekoloji" herkese yabancı kelimeler… Kaldı ki Almanya'da kaldığım süre, benim için son derece öğretici bir döneme tekabül ediyor. Bu aralıkta Türkiye'de ve yurtdışında pek çok konferans ve etkinliğe katılımcı olarak çağırıldım. Yapı-Endüstri Merkezi ile çok sayıda işbirliğine gittik; sıklıkla makalelerime yer verdiler. Dolayısıyla Türkiye'de piyasanın nasıl geliştiğini ve değiştiğini takip ettim. Üç yıl önce geldim Türkiye'ye ve artık, ilgili bilincin oluşmasına katkı koyan kişiler arasında olabilirim düşü ile böyle bir mücadeleye girmem gerektiğine karar verdim.
Tabi bir de işin üniversite ayağı var. Hep istediğim bir şeydi biyoklimatik yapı analizlerini akademik düzeyde yapmak… Mimar Sinan Üniversitesi'nde de karşıma çok heyecan veren bir araştırma şansı çıktı: Yıllar önce başladığım doktora çalışmasını, üstelik eski başlığı ile değil yeni bir çerçeve kapsamında tamamlamak şansı… Bunu da önemli bir etmen olarak gördüm ve dönmeye karar verdim. Netice olarak şu an bir ayağım hala üniversitede…
İleride araştırma görevlisi olmak ya da üniversitede uzmanlık alanınız hakkında dersler vermek gibi bir hedefiniz var mı?
Tezimin tamamlanması ardından dilerim bunu. İleride kesinleşebilecek bir mevzu, ama ben açıkçası bu fırsatı isterim.