Mezuniyetinizin ardından bir süre araştırma amaçlı olarak New York'ta da bulunmuşsunuz. Bu dönem, sürdürülebilirlik merakınızın bir sonucu muydu?
New York'ta, buradan çok yakın bir arkadaşımın vesilesi ile bulundum. O, bambaşka bir branşta –reklam alanında- okuyordu. Çalıştığı şirket tarafından eğitim almak üzere New York'a gönderilmişti. Ben de okulu henüz bitirmiştim. New York University'yi (NYU) araştırdım ve bir dönemliğine "misafir araştırma öğrencisi" olarak kabul edildim. Çevreci mimarlık konusu, orada eğitim olarak verilmeye başlamıştı bile… Mimariye böylesi bir bakış, beni çok heyecanlandırmıştı. İstanbul'a yapı biyolojisi-yapı ekolojisi, yani doğal malzemelerin kullanıldığı yapılar, insan sağlığının ön planda olduğu mimari üzerine doktora yapma şansı da çıkınca, dört kolla buna sarıldım. "Ancak böyle bir mimarlığın arkasında durabilirim" dedim.
Yapı biyolojisi alanında yetkinleşme arzunuz, sizi başka nerelere götürdü?
Almanya'ya… O dönemde Türkiye'de olmayan kavramlardı bunlar; literatür çok sınırlıydı. Dünyada bu işin lokomotifi olan ülke, elbette Almanya! Ben de doktoramı tamamlayabilmek, bu konuda bilgi toplayabilmek üzere 1991 yılında Almanya'ya gitmeye karar verdim. Oradaki Yapı Biyolojisi-Ekolojisi Enstitüsü'nde okumaya başladım.
Mimarlığın ekoloji odaklı bu alanını, hedeflediğiniz pratik için "ideal" olarak tanımladınız. Sizi bu denli cezbeden neydi?
Kısaca "doğa sevgisi ve yerine aitlik" diyeyim.
Bir "büyük şehirden kaçma arzusu"ndan dem vuruyorsunuz. Hayalini kurduğunuz yaşam tarzı ve anlayışı da bu seçimin bir bileşeniydi o halde…
Elbette! Daha küçük ölçekli yaşam alanları –ki bunun illa ki bir dağ köyü olması gerekmiyor- insanın psikolojik anlamda da daha sağlıklı yetişebileceği alanlar sunuyor. Büyük şehirlerin olumsuz etkileri üzerine yeterince araştırma da, kanıt da mevcut.
"Yapı biyolojisi" dediğimiz şeyi tam olarak nasıl açıklarsınız?
Yapının, insan sağlığı üzerindeki etkilerini araştıran bir dal bu. Mimarlık yolu ile yarattığınız yapay bir iç mekan var ve bu yapay mekan, sağlığımızı olumlu ya da olumsuz şekilde etkileyebiliyor.
Dolayısıyla analiz, istatistik gibi yöntemlerden faydalanan, bilimsel verilere dayanan bir çalışma alanından söz ediyoruz.
Tabi ki… Örneğin bio-klimatik yapı analizleri yürütüyoruz. Ölçüm aletleri ile tüm veriler toplanabiliyor ve ardından insan sağlığına uygunluğu tanımlanıyor. Elektro-biyoloji, toksikoloji yöntemlerimiz; zararlı gazlar, radyoaktivite, sıcaklık ve nem, küfler ise araştırma alanlarımızdan bir kaçı.
Renk ve doku ağırlıklı, estetik beğeni odaklı bir formasyondan –yani içmimarlıktan- yapı biyolojisi gibi sayısallığa dayalı bir disipline geçmek nasıl bir hissiyat ve beklenti yarattı?
Öncelikle renkler ve dekorasyon ile hiç ilgilenmediğimi söyleyeyim. İçmimarlık yapmadım hayatımda! Elbette bir takım projeler yaptım, ama yetişmiş bir içmimar kadar başarılı değillerdi. İlgi alanım değil çünkü… Üniversitedeki içmimarlık eğitimimde de verdiğim projeler, daha çok mimari projelerdi. Diğer arkadaşlarımın projelerine estetik odaklı eleştiriler ve değerlendirmeler gelirdi, benimkilere ise doğrusallığı, yapılabilirliği üzerine… (gülüyor)
Tam olarak da New York'a gitmenizin mesleki yöneliminizi belirlediği söylenebilir mi?
Üniversiteden mezun olduktan sonra uzmanlaşmanız gerekiyor sonuçta… Mimar çıksanız da, bir uzmanlık alanınız yoksa başarı şansınız da yok. Üniversiteye ilk girdiğim yıl, ilk gün, ilk derste duyduğum söz şu idi: "Zannetmeyin ki beş yıl sonra buradan çıktığınızda mimarsınız." Çok da doğru idi! Uzmanlaşabileceğim, kendimle bütünleştirebileceğim tek alan, "doğal" olandı. Dolayısıyla severek ilerledim bu yolda.
Başladığınız doktorayı tamamlama şansını buldunuz mu?
O çalışma, şu sıralar bitmek üzere… Yani öğrenciyim hala! (gülüyor)