Nerede ve hangi vesile ile tanıştınız?
Mehmet: Yapı-Endüstri Merkezi'nin verdiği bir sempozyumda… And orada konuşmacı idi. Ben ise onu dinledikçe kendimi, kendi geçmişimi gördüm. Almanya'daki hayatı, mesleki seçimleri, hayata yaklaşımı… Ve anlattıkça, kendimi ona daha yakın hissettim. Gittim ve tanışmamız gerektiğini söyledim! Hemen sempozyumun ardından da randevulaştık. Hatta akabinde ilk yarışma projemizi yaptık. Proje, İzmit'te gerçekleştirilecek bir sahil peyzajına yönelik açılan yarışma içindi. Çalışırken birbirimizi daha iyi tanıdık. Sonrasında da "eds-architecture"ı kurma kararı aldık. Yani aslında söz konusu olan, birkaç aylık bir beraberlik…
Peki bu birkaç ay içerisinde birlikte ne gibi projeler üzerine çalıştınız?
Mehmet: Birkaç villa projesi ile ilgileniyoruz. Onun dışında gündemde, Isparta'da kurulacak olan ve avan projesine başladığımız, alışveriş merkezi, konut ve oteli fonksiyonlarını içeren bir çalışma var. Küçük bir alanda çözülmesi gereken komplike bir proje…
Orada da ekolojik yapı üretim kriterleri dahilinde çalışıyorsunuz değil mi?
Mehmet: Müşteriyi ikna etme safhasındayız.
And: Burada idealize ettiğimiz, çok güzel bir hayat… Ama buna ulaşmamız her zaman mümkün değil. Almanya'da sıklıkla bu tür çalışmalar gerçekleştirebildim. O ayrı bir zevk! Fakat Türkiye gerçeğinde, henüz bunun uzağındayız. Gerçi bunu talep eden bilinçli insanlar yok değil; Mehmet'in söylediği gibi villa bazında projeler mevcut. Ancak orada bile; "Şurasını betonarme yapsak mı?" gibi ikna yöntemleri ile hep mücadele içerisindeyiz.
Isparta örneğinde ise, kullanılan malzemelerin insan sağlığına mümkün olduğu kadar yakın olmasını tercih ettik. Enerji döngüsü bakımından mümkün olduğunca az enerji tüketen bir tasarım formunu benimsedik. Enerji ihtiyacını rüzgar ve güneş ile çözmek yerine, binanın kendisinin en baştan az enerji ihtiyacı duyacak şekilde kurgulanmasını hedefledik ve bunu tasarıma aktardık. Bu noktada potansiyel müşterileri ikna etmek ise çok kolay olmuyor.
Maliyetin baştan yüksek olması mı gözlerini korkutuyor?
Mehmet: Hayır, maliyet yüksekliğinden çok anlayış farklılığı etken oluyor. Müşterilerin çoğu zaten inşaatla ilgilenmiş kişiler ve şu ana dek edindikleri tecrübeye göre üretim yapmak istiyorlar. İnşaat şirketleri bunu daha ucuza mal edebiliyorlar. Tanıdıkları elektrik mühendisi, statikçi, mekanikçi var ve onlardan kopmak istemiyorlar. Dolayısıyla müşterinin, öncelikle sistemin kabuğundan çıkması gerekiyor. O kabuğu kırmak da kolay değil!
Öte yandan projemizin, pahalı olmayacağını anlatmaya çalışıyoruz; "Belki binanız başta %10 daha pahalı olacak ama 3-4 sene sonra gider masrafları diğer binalara göre %70 daha az olacak" gibi ifadelerle müşteriyi ikna etmeye çalışıyoruz. Tabi ki yine de kabuktan kopmak kolay olmuyor.
Başka ne gibi dirençlerle karşılaşıyorsunuz?
And: Einstein'ın, "Önyargıyı yıkmak atomu parçalamaktan daha zordur" sözü geldi şimdi aklıma. (gülüyor) Mehmet'in işaret ettiği, çok doğru bir nokta… Belki başta maliyet daha yüksek olacak, ama netice itibariyle ortaya bir uçurum da çıkmıyor. Maliyetin %10 daha fazla olduğu örneğinden yola çıkacak olursak, bunun karşılığında yıllık yakıt tüketiminin 1000 TL iken 100 TL'ye düşecek olduğunu görüyoruz. Üstelik henüz yılın sonunda, cebinizden daha az para çıkacak. Bu noktada karşılaştığımız cevap ise şu oluyor: "İki yıl sonra ne olacağımı biliyor muyum?" Ne yazık ki toplumumuzda uzun vadeli düşünme alışkanlığı yok. Günü yaşama olgusu daha baskın.
Yurt dışında ise farklı bir durum söz konusu… Almanya'da köylüler bile, fotovoltaik sistemler için yönetmeliği değiştirdiler. Ürettikleri elektriği, devlet şebekesine satma olanağı tanındı. Fotovoltaik sistemin kendini amorti etme süresi artık 20 yıldan 7-8 yıla düştü. Dolayısıyla köylüler de 7 sene sonra kâr edeceklerini düşünerek buna yatırım yapmaya başladılar. Onlar bile bu kadar uzun vadeli düşünüyorken biz "İki yıl sonra ne olacağımı bilmiyorum ki" anlayışı yüzünden bu tür yatırımları kaybediyoruz.
Mehmet: Aslında işimizin büyük bir kısmı eğitim. Örneğin And, konferanslar gerçekleştiriyor. Müşterilere eğitim vermemiz gerekiyor; bu da kolay bir süreç değil. Bunun yanında Proje Marmara, yeni adıyla "Ada Art"a katkıda bulunuyoruz. Şu anda kerpiç üzerine bir haftalık bir atölye çalışması hazırlıyoruz.
Kimler davetli bu çalışmaya?
Hobisi kerpiç olanlar, mimarlık öğrencileri, eğitimciler, profesyoneller, dileyen herkes katılabilir. Bizim atölyenin yanı sıra yoga, resim gibi başka etkinlikler de olacak.