“Sürdürülebilirliği sağlayanlar; malzeme, tasarım, kullanıcı memnuniyeti”

05 Ekim 2012

Sertifika sisteminin, yani LEED'in de BREEAM'in de değerlendirme kriterlerinin gerçek bir denge yoksunluğuna sahip olduğu, çok daha önemli konuların daha az puanlarla, görece daha az hayati olanların ise daha yüksek puanlarla işlendiği gibi eleştiriler var ortamda. Sertifika sistemlerinin mükemmelliğine inanmıyorum dediğiniz için soruyorum; gerçekleştirdiğiniz binalarda bunları harfiyen uygulamak gibi bir motivasyon değil, daha ziyade bildiklerinizi uygulayarak bu sertifikaları almak gibi bir yöntem geliştirdiğinizi varsayabilir miyiz?

Sayabilirsiniz. Burada şunu da unutmamak lazım, bu yolda işverenden gelen bir taleple ilerlemiyoruz. Türkiye'de ne yazık ki böyle bir fark var. Bugüne kadar hep işverenlerimizi zorlayarak, onları ikna etmeye çabalayarak bu yola soktuk. Türkiye'de bunu talep eden işverenler de var elbette. Genelde yabancı kaynaklı firmalar, ama henüz biz onlarla çalışma şansına erişemedik. Türk firmalarından belli bir kurumsallığa erişenler de yavaş yavaş buna başladılar. Her ne kadar pazarlama değeri peşinde koşuyor olduklarından emin olsam da, bu gerçekten çok sevindirici bir gelişme… Ancak henüz çok eksiğimiz var, sürdürülebilirliği gerçek anlamda uygulamaya kalkıştığınız zaman önünüze bir sürü engeller çıkıyor.

Ne gibi?

Atlanan konuların en önemlisi, malzeme... Hangi malzemelerin gerçekten yeşil, gerçekten çevreye duyarlı ve sürdürülebilir olduğu konusunda çok ciddi bir kafa karışıklığı var. Malzeme üretiminde harcanan enerjiyi hiçbir zaman hesaba katamıyoruz. Bu bilgilerin üreticiden gelmesi lazım ve bunlar çoğunlukla elimizde mevcut değil. Alüminyumun çevreci olduğunu belirten birçok röportaj okuyorum. Neye göre çevreci? O üretimdeki korkunç ısı enerjisi harcamalarının ne olduğunu biliyor muyuz? Endonezya'nın bilmem neresinden gelen bir takım ahşap kaplamaların ne kadar çevreci olduğu da tartışılır. Bütün o mesafeyi kat ettikten sonra…

Bunun dışında kaçırılan en önemli konunun tasarımın kendisi olduğuna inanıyorum. Çünkü benim esas önemsediğim konu sürdürülebilirlik. "Yeşil", "ekolojik" olma çok ikincil kavramlar. Çevreye yararlı bina diye bir şey yok. Bir yapı yaptığınız zaman enerji harcıyor, doğaya zarar veriyorsunuz. Bugün dünyada yapım faaliyetlerini durdurmak gibi bir olanak da yok. O zaman konuya uzaktan bakınca, özünde bir yapının olabildiğince uzun süre kullanılabilmesinin olduğunu görüyorsunuz. Yeşil bina en basit anlamda; binanın sürdürülebilmesidir. Oysa bina ömrü 20-25 yıla inmiş durumda. Bugün ülkemizde 80'li yıllarda yapılan binaların tümüyle yıkılıp yeniden yapılmasından bahsediyoruz. Bir bina için 20 - 30 yıl nedir ki? Bu Türkiye'ye özgü bir durum da değil, tüketim ekonomisinin acı bir gerçeği. Peter Blake'in "Master Builders" adlı kitabında anlatılan bir diyalog var hiç unutamadığım, Mies van der Rohe ve bir gayrimenkul geliştirici arasında geçen. Mies, ABD'deki yapıların niteliksizliğinden şikayet edip çok daha sağlam olmaları gerektiğini söylediğinde karşısındaki kodaman "saçmalama, dediğin gibi olsa emlak sektörü çöker, burada sistem yapıların sık sık yıkılıp yeniden yapılması üzerine kuruludur" diye yanıtlıyor. Onlarca yıl sonra halen aynı noktadayız.

Şunu da açmak gerek, sürdürülebilirlik sadece betonun değeriyle, demirin türüyle ölçülemez. Aynı zamanda o binanın kullanıcılarını ne kadar mutlu ettiğine de bakmalısınız. Bulunduğu kentsel/kırsal alanı ne kadar olumlu anlamda etkiliyor? İnsanlar onu ne kadar benimsiyor? Yeşil bir bina yaparsınız, pervaneleriyle, güneş panelleriyle adeta bir hilkat garibesidir. İnsanlar nefret eder, üç gün sonra atıl duruma düşer. Ondan sonra ne yararı kaldı ki onun? Veya yanlış çözülmüş bir proje ise bir süre sonra ya tadil olacak ya da ilk fırsatta yıkılıp yenisi yapılacak. Yeşil bina diye yola çıkılıp sonuç bu oluyorsa sürdürülebilirlik adına hiçbir anlamı yok.



Yaptığınız bütün projelerde birebir bu düsturdan hareket ettiğinizi söyleyebilir miyiz?

Evet, söyleyebiliriz ama ne kadarını başarabiliyoruz, o tartışılır. Burada önemli olan ilk başta alınan bir takım kararlar. En büyük yararı onlar sağlıyor. Yapının yerleşim planındaki konumlanışı, güneşe göre açısı, doğal havalandırmayı veya gölgeleme etkilerini dikkate alma vs, bunlar çok basit ve ek maliyet getirmeden yapılabilen şeyler. Kafada en baştan bu ilkeler olduğu sürece doğru bir noktadan yola çıkmış oluyorsunuz. Isı pompasıydı, güneş paneliydi, bunlar ek olarak uygulanan yöntemler. İlk söylediklerime kıyasla etkisi çok daha düşük olan konular.

Tasarımlarınızın çıkış noktası da genellikle bu oluyordur diye tahmin ediyorum.

Ve esneklik … Yani yapının sonradan olabilecek değişikliklere yanıt verebilecek bir plan çözümünün olması. Bu da çok önemsediğimiz bir konu. Özellikle ofis veya kamusal hizmet binaları gibi projelerde hep en kolay bölümlenebilecek, iç mekan düzenlemesi en kolay değişebilecek plan çözümlerine gittik.


İki Kuşak, İki Dönem
Kurumsallaşmanın Altın Kuralı: Bilgi Yönetimi
Proje Külliyatı Üzerinden Geleceğe Bakış
Manço Mimarlık Ailesi
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :